Bugünkü aklım olsa...

Her yaşın bir güzelliği var elbet. Yaş aldıkça filozoflaşıyoruz mesela. (ya da öyle sanıyoruz) Bak bak, güzelliğe bak. Bugün, dünkü halimizi beğenmiyoruz. Dün de önceki günkünü beğenmiyorduk zaten. Haydi ana fikri ilk paragrafta vereyim de bundan sonrasını okuma zahmetinden kurtarayım sizleri: Keşke bugünkü aklım on sekiz yaşımdayken olsaydı.

Altmışlarında bir adam konuşmaktan bıkmıştır, konuşamaz ya da. Yorulmuştur. Etrafını gözlemler sürekli. Artık değiştiremediklerinin farkındadır. Kabullenişi olgunluk olarak yansımaktadır dışarıya. Oysa öyle mi ya? Ne fırtınalar kopmaktadır içinde. Keşke değiştirebilse bazı şeyleri, kendinden başlayarak örneğin, ailesini, çevresini, ülkesini ya da tüm dünyayı…

En çok vakit geçirdiğimiz üç-beş kişinin ortalamasıyızdır der örneğin, altmışlarında bir adam. Şöyle bir silkinin der. Kimlerle en çok vakit geçiriyorsunuz, onların ilgileri, hayata bakışları, dünya görüşleri elbet sizinkiyle paraleldir; düşünceleri örneğin, sizi nereye yönlendiriyor? Onlar kendilerini nasıl geliştirmişlerdir ki sizleri hangi felsefe doğrultusunda etkilemektedirler? Mutluluğu mu merkezlerine almışlardır, yoksa olumsuzluklar mıdır odak noktaları? Güzellikler midir öncelikleri, yoksa her olayda, durumda bir problem görüp ondan mı beslenmektedirler?

Dünya angaje, hepimizin bir hayat görüşü var. Bunu okuduklarımızdan, izlediklerimizden, deneyimlerimizden besleyip oluşturmuşuz. Sorun bence etrafınızdaki beş kişiye, şu anda hangi kitabı/kitapları okuyorlar, televizyon izliyorlar mı, -izliyorlarsa- ne kadar zaman ayırıyorlar buna? Ya da televizyonda ne izliyorlar? Öyle ya izlediklerinden besleniyorlar değil mi… Televizyona aptal kutusu diyorduk gençliğimizde, hatta bir arkadaşım televizyonlu bir odadan televizyonsuza geçmeyi hicret olarak adlandırmıştı, ben izlemiyorum dediğimde. Haberler mi? Gazeteden okunabilir pekâlâ; ama artık basılı medya da tarihe karışmak üzere. Marketimiz, gazete satmayı sonlandırdı geçen hafta.

Dünya ile bağımız internet aracılıyla artık. Gündemi, haberleri takip etmeye çalışıyoruz telefonumuzu tuşlayarak. İnternette en çok nerelerde zaman geçiriyorsunuz ya da arkadaşlarınızın internet sörf tercihi nerelerde?

Akşam ajanslarını izlemek vazgeçilmez bir alışkanlığı yurdum insanının. Saat 19.00 oldu mu ekran karşısındayız. Herkes kendi dünya görüşüne uygun bir kanalın karşısına geçip duymak istedikleriyle mutlu olma derdinde. Ama ciddi bir sıkıntı ile karşı karşıyayız. Medyanın yaklaşık %90’ı iktidar partisinin görüşleri paralelinde yayın yapmakta. Ne demek bu? Yuvarlayarak söyleyelim: Devlet televizyon kanalları dâhil yirmi kanaldan on beşi. Çok ciddi bir oran. Halkımızın yaklaşık %50’si de bu kanallardan besleniyor. Haber programları olsun, diziler, filmler olsun, tamamen hükümet güdümünde. Zorunlu bir beyin yıkamayla karşı karşıyayız.

Siyaset yazmama kararımdan dolayı daha fazla yorum yapmayıp fantastik bir teori ile sonlandırmak istiyorum bu yazıyı. Tam da yerel seçimler öncesindeki son yorum olarak kalsın derim. Hükümet yanlısı kanallarda muhalif yayınlar yapılsın, muhalif kanallarda da tam tersi. Nasıl fikir ama? Zihni Sinir de bu “proce”ye şapka çıkarırdı.

Not: Bu satırların yazarı yerel seçimlerdeki bu amansız, kıran kırana propagandalı, rakiplerini “yalancılıkla” suçlamaya vardıracak kadar aşağılık bir sürecin bizlere niye dayatıldığını anlayamamaktadır. O proje senin, bu benim kavgalarına akıl erdirememektedir. Önü sonu bir yerleşim birimindeki hizmetlerin yürütülmesi değil midir, ulaşılmak istenen? Ha sen, ha o; ne fark edecek? He, “Bal tutan parmağını yalar.” diyorsanız, buna bir karşılık verilmez, sadece “yuh!” denir, o kadar.

Altmışlarındaki adamın seyir defterinden: Aynı seçimleri yaparak farklı sonuçların beklenmesini izlemek insanı yoruyor. Çok yorgunum. Konuşmamak, kabuğa çekilmek en iyisi.

Ne zaman adam oluruz…

Politikada hiçbir şeyin kazayla olmadığını; olmuşsa mutlaka öyle planlanmış olduğunu anladığımız zaman.

25.03.2024

Namık Budak

[email protected]