Adana'da maraton keyfi

Artık her şehirde koşular düzenleniyor. Ne güzel! İstanbul başlattı bunu, İzmir geldi peşi sıra, Antalya, Mersin, Trabzon, Kayseri, Adana… Tüm ülkeye yayıldı. Harika! Spor mutluluktur, birlikte!

“Adana’ya gidek mi? / Kebabından yiyek mi?” şarkısının peşi sıra geçen hafta sonu Adana’daydık. İkinciye katıldım buradaki yarışa. Çok başarılı buldum yine. Geçen katıldığım etkinlikten de başarılı. İnsanın rakibi, kendisidir derler ya, Adana Belediyesi de kendine rakip olmuş, kendini geçmişti. (Yarış öncesi, kitlerin dağıtımındaki karmaşa hariç)

Yaklaşık kırk beş sporcuyla “Kebap Şehri”ndeydik, Cumartesi saat 11.00 civarı.  Otele yerleşme ve sonrasındaki ekipman teslim alma planımızı “kebap ve ciğer gömmeyle” kesintiye uğrattık.  Koşu bahane, kebap şahane!

***

Göğüs numaralarımızı aldıktan sonra otelde hafif kestirerek dinlenme. Yol yorgunluğunu atıyoruz. Sonrasını fırsat bilerek Arkeoloji Müzesi’ni araya sıkıştırıyorum. Eski bir fabrika ne kadar da güzel bir müzeye dönüşmüş. Başarılı. Anavarza hakkında bilgileniyorum. Anadolu topraklarında bulunan üç amfitiyatronun birisi burada. (Diğer ikisi Erdek (Kzykos) ve Bergama’da) Müzede bilgileniyorum, ilk fırsatta ziyaret etmeliyim bu antik kenti. Şimdi yeniden oteldeyim. Birazdan kaldığımız yerden, “sonradan gurme” turumuza çıkacağız, üç kafadar.

Arkadaşım arıyor, “Haydi!” diyor, işaret fişeği atıldı, turumuz başlıyor. Adana’nın eski (tarihi) sokaklarını adımlayarak Büyük Saat Kulesi’ne yöneliyoruz. Yolda ekipten iki arkadaşımızla denk geldik; olduk mu beş kişilik dev kadro.

Küçük dükkânların olduğu dar sokaklara dalıyoruz, saat kulesinin yanında. Ortalık kebap kokusu. Yemeden doyarsın. Ancak esnafta bir telaş dikkatimizi çekiyor. Kapanan, kepenkleri indirilen, kilitlenen dükkânların bulunduğu bu ara sokaklar form değiştiriyor. Sokaklar boydan boya masalarla donatılıyor. (Hava da hafiften karadı bu arada) Bizler bu masalardan birine ilişiyoruz. Yiyecek siparişlerimizi verip gelen mezelerle hafiften demlenmeye başlıyoruz. Gündüzden deneyimlediğimiz, “Adana” ve “Ciğer Şiş” ten sonra farklı bir tat hedefleyerek gömülüyoruz “Kaburga Şiş”e. Bu tat da efsane! Eğreti oturuşumuz iki dubleden sonra kalıcılığa evriliyor. Yer misin, yemez misin; içer misin, içmez misin… Çok da geçe kalmıyoruz; yarın ciddi bir parkur bekliyor bizleri. Otelin yolunu tutuyoruz. (Öğreniyoruz ki bu masalar bütün gece boyunca, hatta bir sonraki gün böyle hizmet vermeye devam ediyormuş.)

***

Oteldeyiz, erkence. Yol yorgunluğu ve yarınki yarış için epey zaman var. Uzanıyorum, biraz kitap okuyorum, gözler kapanıyor. Bir telefon –yine- arkadaştan: “Biz çorbaya çıkıyoruz, gelir misin?” Yok artık, benden bu kadar. Onlar da, sonradan öğreniyorum, “bumbar” ve “şırdan” ile geceyi kapatmışlar. Bense tatlı bir uykuyla…

Sabah, kahvaltı faslı… Ben yemiyorum. Koşuda rahatsız eder, biliyorum. Duble kahve ve iki küçük kâse tahin-pekmezi enerji niyetine yuvarlıyorum zavallı mideme. (Bu gezimizde ne çekti bizden!) Yavaş yavaş başlangıç noktasına yürüyorum, kısa kol, şortla. Buraları bahar. 18 derece, ocak ayında.

10 km. ve peşinden biz 21’ler başlıyoruz yarışa. (peşimizde 4 km.lik Halk Koşusu var) Şehrin içinde, tarihi yerlerden de geçerek (Akşamki Saat Kulesi civarında koşanlara ciğer ikram eden esnafla kesişiyor yolumuz) tarihi köprü, üst mahalle, barajın yakınlarından dönerek Seyhan Nehri kıyısındaki büyük parkta bitiyor koşumuz. Sağlıklı bir şekilde tamamladığımız bu parkur sonunda organizasyonun güzel ikramları karşılıyor bizleri. Yarış, sağlıkla tamamlanıyor.

***

Oteldeyiz yeniden. Duş, hafif dinlenme, şimdi dönüş hazırlığı. Buralardan hatıra “kebap” götürecek halimiz yok; ama “şalgam” neden olmasın?

Kafilemizin WhatsApp gurubunda bir arkadaş paylaşmış, ilginç bir pano fotoğrafı, buraya aktarmasam olmaz: “Umarım hayatta iyi yerlere gelirsin. Meselâ Adana’ya”

-----------------

Ne zaman adam oluruz…

Spora ve eğitime ağırlık veren bir devletin, ileriye doğru adım adım ilerlediğini öğrendiğimiz zaman.

---------------

21.01.2024

Namık Budak