Edebiyat savaşta

Bursa’da kaliteli bir etkinlikteydik, Nilüfer Belediyesi’nde. Otuz kadar bilim insanı, belediyenin Kütüphane Müdürlüğü’nce bir araya getirilerek Kurtuluş Savaşımızı anlatan romanları ve yazarları irdelediler. İki güne yayılan etkinlik boyunca altı oturumla bilgilendirdiler bizleri. Bu bir bilgi şöleni (sempozyum)… Katılım çok olur, dedim. Yanılmışım. Bildiri sunanların dışındaki biz izleyiciler bir elin parmakları kadardık; dikkat, iki el bile demiyorum. İyimser yorumum: Hava kötüydü, yağmur, fırtına... Değilse katılım çok olurdu. Akkılıç Kütüphanesi’nin küçük, sevimli salonu dolup taşar, yer bulunamazdı. İlk oturumdan itibaren beş romancımızın eserleri kâh bağımsız olarak kâh da kendilerine gönderme yapılarak, titizlikle ele alındı. İkinci günün öğle arası molasının uzaması, biz izleyicilerin bekletilmesi ve ardından bir açıklama yapılmaması sayılmazsa program tıkır tıktır işledi; bizlere düşen de tadını çıkarmaktı. Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kemal Tahir, Tarık Buğra ve Attilâ İlhan farklı oturumlarla karşımızdaydı. Başka romancılar da alınabilirdi elbet, diye bir eleştiri geldi. Ekibi (ağırlıklı olarak Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşuyordu) bir araya getiren Doç. Dr. Erol Köroğlu’nun tasarrufu böyleydi sanıyoruz. Güzel de bir seçim olmuş. Kurtuluş mücadelemiz denilince aklımıza gelenler de bu yazarlarımızdır hiç kuşkusuz. *** Kokteyl ve açılıştan sonraki ilk oturumda genel bilgilendirme yapılarak Bursa’nın Milli Mücadeledeki mekân ve edebiyat ilişkisi ele alınıp sırayla yazarlar/eserleri mercek altına alındı Halide Edip Adıvar’la açıldı ilk oturum. Çocukluğumuzdan, ders kitaplarından hatırlıyoruz. Bir unvanla karşımızdaydı şimdi: “Muharip yazar”. Hiç düşünmemiştim, çok da güzel bir sıfat. Sakarya Cephesi’de savaş devam ederken kaleme alınmış “Ateşten Gömlek”: İnsanın içinde ve dışındakinin romanı. Günlükler ve mektuplardan oluşuyor. Aliye’nin bir Jeanne d’Arc misali kendi feda ettiği “Vurun Kahpeye” de aynı dönemleri anlatmakta. “Yaban” dendi ve sahnede bu kez Yakup Kadri Karaosmanoğlu vardı. Mutlaka herkes okumuştur. “Sodome ve Gomore” ele alındı peşi sıra. “Ankara”sı mutlaka okunmalı diye vurgulandı ve ben bunu da okumuş olduğum için başım biraz daha dikleşti. Artık neyin gururuysa? Sonraları çok çuvallayacak ve kendime bi’ sürü ödev çıkaracaktım. Örneğin aynı yazardan: “Atatürk” ve “Erenlerin Bağından” okunmalıydı. Üçüncü oturum Kemal Tahir’e ayrılmıştı. Yorgun Savaşçı” dan bahsedildi, koltuğuma iyice gömüldüm; ama “Kurt Kanunu” cepteydi. “Esir Şehrin İnsanları yarım kalmıştı, tamamlıyorum birkaç gündür. “Devlet Ana”yı okumuştum, farklı dönemi anlatsa da. Okunacaklar listesi epey uzun: “Esir Şehrin Mahpusu”, “Yol Ayrımı” “Bir Mülkiyet Kalesi”. Biliyorum destansı bir dili var, akıcı… Burada dağınık bir yazar olduğunun altı çizildi. Biraz da karalandı. Tarık Buğra var sırada. Aklımıza geliverenler “Osmancık” ve “Küçük Ağa”. Tanrısal anlatımı yeğlemiş ve nehir roman** yazmıştır: “Küçük Ağa Ankara’da”, “Firavun İmanı” okunması gerekenler. Eserlerinin TRT’de yayınlanmasından hareketle yazarımızın iktidarla arasının iyi olduğu vurgulandı. Sırada son olarak Attilâ İlhan vardı ve ben çuvalladım. “Felâketim oldu, ağladım”***. Şiirlerini okumuşluğum var ama Kurtuluş mücadelesini anlattığı “Bıçağın Ucu”, “Sırtlan Payı”, “Yaraya Tuz Basmak”, “Dersaadet’te Sabah Ezanları”, “O Karanlıkta Biz”, “Allah’ın Süngüleri”, “Gazi Paşa” dan oluşan yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisi, benim eksikliğim. Yazar, belgeler kullanarak tanık gösterme yoluna gitmiş, inandırıcılık kazandırmış eserlerine. “Mutlaka okunacaklar listeme” alıyorum. Katılımcıların kendi aralarındaki kalem kavgaları (polemikler) var ya… Bittim ben üslûplarına. O ne incelik. Birinin çok tuttuğu yazarı, bir diğeri acımazıca hançerlerken, gülümseyerek “katılmıyorum” diyerek karşı çıkmalarındaki sadelik ve alçakgönüllülük görülmeye değerdi. Bilimsel olgunluk bu olsa gerekti. Bir saptama sempozyuma damga vurdu sanırım: Genç bir akademisyen, “Kurtuluş Savaşı” yerine “Anadolu Savaşı” deyiverdi. Aslında düşünüldüğünde, uzun yıllar sömürge altında kalınmamıştı.  Topu topu yaklaşık dört yıllık bir esaretten bahsettiğimize göre, düşmanı kovup bu “kısa süreli işgalin” sona erdirilmesi mücadelesi için bu adlandırma çok da yadırganmamalı. Sempozyumdaki bildiriler toparlanıp kitaplaşacaktır diye düşünüyorum. Teşekkürler Nilüfer Belediyesi, çalışanları, bizleri cömert ikramlarla ağırlayan kütüphane görevlileri ve de proje danışmanı Erol Hoca. Gelelim ana fikre: Her öğrenci ilk ve ortaokulda yukarıdaki eserlerin sadeleştirilmiş baskılarını okumalı, liseden mezun olurken “Nutuk”’la birlikte yukarıdaki tüm eserlerin özgün halini özümsemelidirler. Bu vatan nedir, bizlere nasıl kazandırılmıştır ve bu kadim topraklar neden kutsaldır, sorularının cevaplarıyla hayata atılmalıdır evlatlarımız. Ne zaman adam oluruz… Bir ülkede edebiyat ve sanattan çok siyaset konuşuluyorsa o ülkenin üçüncü sınıf bir ülke olduğunu öğrendiğimiz zaman. *Sempozyumun başlığı. **Nehir roman: Bir eserin tek kitapta tamamlanmadığı, bir “nehir gibi” devam ettiği, başka kitaplara yayıldığını ifade eden terim. *** Atilla İlhan’ın “Üçüncü Şahsın Şiiri”nden bir mısra: “Felaketim olurdu, ağlardım.” ---------- 27.11.2023 Namık BUDAK [email protected]