Mini Doğu Turu (3): Bitlis-Şanlıurfa-Gaziantep

Ahlat Öğretmenevi’ndeyiz, güneş balkonumuzdan içeri süzülmüş çoktan; biz mahmur değil dinç, dimdik ayaktayız. Bugün, dünden yarım kalan programımızı yetiştirmek için erken yol alıyoruz. 07.00’de Düldül’deyiz. Yönümüz hemen burnumuzun dibindeki Nemrut Krater Gölü ve Nemrut Dağı. (Adıyaman’daki, UNESCO Dünya Listesi’nde yer alan Nemrut ile sıkça karıştırılır, dikkat!)

İlçenin hemen dibinde, on beş kilometrelik mesafede, yirmi dakikalık bir yol gibi görünüyor; ama kazın ayağı öyle değil: Tırmanışlarda buzlanmaya önlem olarak taşla döşenmiş yol. Tangur tungur giderken hedefi ancak bir saatte tutturuyoruz. Çıkışta sağımıza bakınca Tatvan ayaklarımızın altında güzel bir fotoğraf veriyor. Sağımızda, az önümüzde devasa Van Gölü… Yükseliyoruz bir beş yüz metre kadar. Solumuzda krater gölü beliriveriyor ansızın, bir tepenin ardından. Yol alçalarak ilerliyor ve biz gölün yaklaşık bir “D” harfi oluşturduğunu fark ediyoruz.

Hedefimiz göle varıp elimizi suya değdirmek. Biraz daha iniyoruz böylece. “Tüten Bacalar” olmalı yolumuzun üstünde; ama yok. Ya tütmüyor ya da biz fark edemedik. İşte şimdi göl kenarındayız. Kıyıdaki ağaçların, (kavaklar, iki bin beş yüz metrede yetişebiliyor demek ki) göle yansıması harika. Tabii ki kalıcı hale getiriyoruz telefonlarımızla.

Şimdi dönüş vakti, yönümüz Bitlis Kalesi. Dağ inişinden itibaren yarım saatlik bir yolculuk sonrasında hedefimizdeyiz. Ancak ziyarete kapalıymış, tadilat dolayısıyla. Etrafında bir tur atıp, fotoğraflıyoruz. Tur esnasında tek tük minarelerin yanından geçiyoruz. “Bitlis’te Beş Minare” bunlar olsa gerek. Şehir içi yollarda bakım, tadilat var, bu kötü yollardan güç bela kendimizi kurtararak tekrar yola koyuluyoruz.

Yönümüz batı, sıradaki hedefimiz Malabadi Köprüsü. Türkülerden bildiğimiz bu görkemli köprüye bir saatlik yolculuk sonrasında varıyoruz. Heybetli oluşunun yanı sıra kırk metre açıklığındaki sivri ana kemeriyle dünyanın en büyük kemer açıklığına sahip taş kemeri olduğunu öğreniyoruz, yanına varıp, bilgileri okuyunca. Sabah güneşi güzel fırsat veriyor, biz amatör fotoğrafçılara. Selfilerle birlikte tekrar yoldayız.

Önceden GAP Turu yapan, gezilecek çoğu yeri aradan çıkaran biz, daha duyulmadık, daha yeni hedeflere yöneliyoruz: Tek Tek Dağları içindeki Karahantepe. Bence önümüzdeki on yıllarda Göbeklitepe’den daha çok sözü edilecek buranın. Çağdaş iki höyük; ama Karahantepe daha ilkel, daha erken tarihli gibi görünüyor, Göbeklitepe gibi profesyonel taş işçiliği yok. Tabii bunu yıllar içinde bilim insanları söyleyecek bizlere. Biz Karahantepe’nin bebekliğine tanıklık ediyoruz burada.

Urfa’ya hemen varmadan yirmi kilometre kadar içeri girip ziyaretimizi gerçekleştiriyoruz. Göbeklitepe’yle aynı mimari. Tek bir bölgeyi ziyaret edebiliyoruz, o da kontrollü. Başka yerlere girmek, fotoğraf çekmek yasak! Bir asker bize eşlik ediyor ve yasakla ilgili haddimizi bildiriyor. Kazılar daha yeni, hatta bugün burayla ilgili yeni bir haber düştü. İki metre otuz santim boyunda bir heykel bulunmuş bu ören yerinde. İzin verilen tek noktadan aldığımız fotoğraflar cebimizde, dönüş yolunu tutuyoruz.

Şimdi sırada günün son hedefi: Gaziantep’te sonradan gurmelik. Bu yörenin mutfağı için zor, çok iddialı. Akşam yemeği vakti! Acıktık, hem de çok. Zaten bu üç günlük gezimiz boyunca öğünlerimizi teke indirdik. Antep’te spesiyal olarak “Küşleme” denemek istedik, denemez olsaydık. Sert bir et, “Dana eti mi?” diye sorduğumda koyun cevabı geldi garsondan, ikna olmadım şahsen. “Yaprak Ali Nazik” de başarısızdı. On üzerinde iki. Tatmamız için garsonun getirdiği Antep Fıstıklı Kebap? Fıstık adına: Eh; Simit bulgurlu kebap: İdare eder.  Biz de çok mu müşkülpesentiz, ne? E, öyle ama.

Ne zaman adam oluruz…

Yaşamamız, seyahat etmemiz, maceraya atılmamız, şükretmemiz ve asla pişman olmamamız gerektiğini öğrendiğimiz zaman.

BİTTİ --------------

02.10 2023

Namık Budak

[email protected]