Devlet malı deniz

Amerika başkanları, görev süreleri bittiğinde, Beyaz Saray’dan cepleri dolu değil, genelde borçlu ayrılıyorlar. Neden mi? Başkanın sadece kira ve elektrik ödemesi devlet tarafından karşılanıyor, diğer tüm masraflar cepten, her türlü kişisel masraf yani... Yediği yemeği, içtiği suyu, mutfak giderleri, çalışanların ücretleri… vb. başkan adına pamuk eller cebe… O kadar ki başkanın uçağına resmi görevli olmayan çocuğu, kardeşi bile binse, ücret ödemek zorunda.

Almanya’da emekli başbakanların ofis giderleri devlet tarafından karşılanıyor; ancak Merkel beş çalışan yerine dokuz kişilik kadro isteyince ortalık ayağa kalkmıştı. Ya Hollanda Başbakanının, makam aracı yerine çoğunlukla bisiklet kullanmasına ne demeli?

Bir de yargı tarihine “Tobleron Davası” olarak geçen olaya bakalım, yani “bir adet çikolata davası”: 6 dolarlık çikolatayı yanlışlıkla devletin tahsis ettiği kredi kartıyla ödeyen İsveç Sosyal Demokrat Parti Başkanı dört kez mahkeme karşısına çıkar, yanlışlıkla olduğunu, istemeden olduğunu, kartları karıştırdığını, kendi kartıyla ödemeyi yaptığını zannettiğini anlatır da anlatır… Epey uğraştan, tahakkuk eden faizleri ödedikten sonra, zor kurtarır paçayı.

Ülkemizi düşünelim bir de. Yüzünüzdeki tebessümü/kızgınlığı görür gibiyim. Bizdeki uygulamaları, yöneticilerimizin harcamalarını, özel uçaklarını (cumhurbaşkanlığına ait 16 uçak bizlere bir fikir verecektir), koruma konvoylarını… Hatta özel kargo uçağıyla makam arabalarının buradan te Amerika’ya götürülmesini düşündüğümüzde ağlamak istiyorum. Sizin tepkiniz de benzerdir sanırım.

Atasözümüz ne diyor: “Devlet malı deniz, yemeyen domuz.” Böyle bir anlayışa sahibiz… Bal tutan parmağını yalar da demiş atalarımız. Hele bir de “Benim memurum işini bilir.” özdeyişi var, ona hiç girmek istemiyorum. Demem o ki kültürel genlerimizde var devleti kullanmak, imkanlarını hunharca sömürmek, oradan cepleri doldurmak.

Peki bu mu olması gereken? Elbette hayır! Değişmeli mi? Elbette! Ya nasıl değişir bu? Reisimizi yedirmeyiz; o, 1.150 odalı sarayda rahat yaşasın, biz soğan ekmek yeriz, diyerek değil tabii. Yakın geçmişte yaptığımız seçimler, bunun değişmeyeceğini bizlere göstermiştir.

Bu kader midir? sorusunu da soralım peşinden. Elbette değildir. Demokratik bilinçle okuyup yazmamızın, araştırma yapmamızın, körü körüne biat etmekten, itaat etmektense sorgulamalarımızın bizleri aydınlatacağına,  kulluktan vatandaşlığa dönüştüreceğine inanıyorum.

Ya nasıl olacak bu? Eğitimle… Bunun bir eğitim süreci, ciddi, uzun, sabırlı bir takip süreci olduğunu bilmemiz gerekiyor. Kantinde sırada beklerken kaynak yapmayı marifet gören anlayışı terk ettiğimizde; trafikte hızlıca, bencilce şerit değiştirmelerin önüne geçtiğimizde, benmerkezci anlayıştan uzaklaştığımızda, bu Doğu (oryantalist) kültüründen kurtulacağımıza inanıyorum. Burada elbette süreç boyunca kalıcı eğitimi uygulayan annelere, rol model babalara ve eğitimin olmazsa olmazı öğretmenlere görev düşmektedir. Kimse yokken dahi kurallara uyulması gerektiği anlayışının hakim kılınması ve bu doğrultuda çocuklarımızın yetiştirilmesi elzemdir.

Ne zaman adam oluruz…

Padişahım çok yaşa! deme kültüründen kurtulduğumuz zaman…

20.06.2023

Namık BUDAK

[email protected]