Nereye doktorum?

Kutsaldır hekimlik mesleği. Havva Ana’nın dünkü çocuk olduğu bu kadim topraklarda, Bergama‘da, günümüzden te 2500 yıl önce kurulmuş Asklepion var. Sağlık Tanrısı, o zamanın inançlarına göre, şifa dağıtıyordu. Kutsallığı da buradan gelir.

O günlerden bu günlere şifa dağıtmaya, iyileştirmeye devam ediyor hekimler. Göreve başlayan, yemin eder, ilk kuralları “Önce zarar verme!”dir, sonra iyileştirmeye odaklanırlar. “Yeteneğim ve hakimiyetim ölçüsünde hastalarımın iyiliği için tedaviler önereceğim ve asla kimseye zarar vermeyeceğim.” diye sürdürürler yeminlerini. Hastaları arasında hiçbir ayrım yapmadan da sürdürürler görevlerini.

Burada tüm mesleklerin değerli olduğunu, her meslek sahibinin; ister sokaklarımızı süpüren temizlik işçisi, ister adliyedeki büro memuru, ister şantiyedeki mühendis, tıpkı doktorlar gibi onurlu mesleklere sahip olduklarını belirtelim; ancak hekimliğin ayrı bir prestiji olduğunu da ilave edelim.

Nereden kaynaklanır bu? Aldıkları eğitimden öncelikle, yani bilgiden… Ben doktor olacağım demen yetmez, bilmem kaç puanlar alıp Türkiye’nin ilk 5000 öğrencisi arasına gireceksin, altı yıl zorlu bir eğitimden geçeceksin, bu da yetmeyecek beş yıl daha uzmanlık okuyacaksın, olmadı yan dal yapacaksın üzerine üç yıl… Of of of… Yazarken yorulduk. Sonrasında sana canlar emanet edilecek. Teşhisler, tedavilerle sağlıklarına kavuşturacaksın onları…

Aman doktor, canım doktor; derdime bir çare, diye yakarıyoruz işimiz düştüğünde. Bir sen misin sorunlarla boğuşan? / Onların da dertleri var poliklinik/ameliyathane kapısından çıktığında başlayan: Malpraktis davaları, yoğun çalışma şartları (normal bir çalışma günü sonrası gece nöbeti ve ardından yine normal bir mesai, yani non stop iki gün mesai), mobing, hoca baskısı vb. de cabası... Bunlar tamam da geliyoruz asıl önemlisine: Doktorları beğenmiyoruz, doktor dövüyoruz! Var mıdır dünyanın başka bir yerinde doktor dövme, böyle bir anlayış? Asrın liderimiz(!) sayesinde hayaldi, gerçek oldu, çok şükür(!).

Tam da kelimesi kelimesine: “doktor dövüyoruz!” Röportaj yapılan “dombracı halkım” dan bir kadın geçmişle günümüzü karşılaştırırken aynen böyle diyor. Hey gidi Türkiye! Nereden nereye? Gün geçmiyor ki bir sağlık emekçisi darp edilmesin, bir doktor dövülmesin, canına kast edilmesin haliyle.

Son on yılda 110 binden fazla şiddet olayını istatistiklerle pekiştirelim: Gönde ortalama 80’den fazla beyaz kod, 2021’de 190 şiddet olayı, 2022’de 249… 2023 farklı mı olacak, elbette hayır. Artan bir ivme ile devam ediyor sağlıkta şiddet yani, ölümlerden bahsetmiyorum bile’ sanki önemsizmiş gibi…

Ben bu kadar bilgimle, bu alt yapımla bu halka mı, benim canıma kast eden bu dombracılara mı hizmet edeceğim görüşündeler doktorlar. Kendilerini, çok sevdikleri ülkelerinden dışarıya, yabancı memleketlere dar atmanın telaşı içerisindeler. Her biri, bir yabancı dil kursu peşinde; özellikle Almanya’ya dikmişler gözlerini. Böyle başa böyle tarak: İmam “Giderlerse gitsinler.” derse,  cemaat de, “Bizim doktor dövme hakkımız.” var, der. Ee onlar da çeker, gider.

Sağlıktaki bu yanlış politika devam eder mi, ya da nereye kadar gider, bilinmez; ancak bildiğimiz bir şey var: Bu doktorlar da bir can parçası. Kolay yetişmiyor olmaları bir tarafa, bir annenin, bir babanın göz bebekleri onlar da.  Yeni bir oluşum var bu ebeveynler arasında: Çocuğuma dokunma! Şiddete maruz kalmış doktor anne-babalarının organize olduklarını, bir platform oluşturduklarını duyuyoruz. Evlatlarının haklarını savunmak, bu tür şiddet davalarında, hukuksal süreçte onlara destek olmak için bir araya geliyorlar. Adliye kapılarında “Biz de varız!”diyorlar. Böyle bir oluşum da ayrı bir utanç kaynağı ya, anlayana… Devletin sağla-ya-madığı adaleti, süper kahramanlar üreterek kendileri mi sağlamak istiyorlar, Süpermenler, Batmanler, Captain Americalar gibi, bilemeyiz. Yetkililerin dikkatine!

Ne zaman adam oluruz…

Sağlıkta şiddete ve şiddetin her türlüsüne karşı olduğumuzu öğrendiğimiz zaman.

26.06.2023

Namık BUDAK

[email protected]