Doğada bir gün

Bu yıl, kış erken geldi. Kasım ortalarında kar ce-e dedi. Biz de altı kafadar biraz gecikmeli düştük “kar”ın peşine. Kütahya, Domaniç’te bin beş yüzlü rakımlarda beyaz örtü üzerinde yürüyelim istedik.

Sabahtan dokuz gibi İnegöl üzerinden sardık dağlara. Ha şimdi, ha birazdan kar görme umudu içimizde. Ama ne gezer… Topuk Yaylası, Gölet’i derken hüsran! Kar yok. Dümeni geri kırıp Odun Depoları’nın oradan -kar olmasa da- yürüyüşümüzü başlatmaya karar verdik.

Hava sert. Birkaç ısınma hareketinden sonra yüzümüz gözümüz sarılı, güneye Safa Köyü’ne yöneliyoruz. Peşimize can dostlarımızdan dört tane farklı cins köpek takılıyor. Ne güzel! Yerler çamur değil, parkur hoş, ilerliyoruz. Birkaç kilometre sonra bir kahvaltı (atıştırma) molası vermeye karar veriyoruz. Herkes sırt çantalarında ne var ne yok döküyor ortaya: Zeytin, peynir, yumurta, o da ne tahin helvası bile var. Yok artık, bu ne lüks, dağ başında. Termoslarımızdaki sıcak sulardan çay ve kahve yapıp bir güzel yumuluyoruz. Biliyoruz açık hava acıktırır. Köpeklerimizi de ihmal etmiyoruz, onları da ortak ediyoruz nevalemize. Nasıl da havada kapıyorlar verdiklerimizi…

Yarım saatlik bir molanın ardından tekrar çay molası vermeyi kararlaştırarak vuruyoruz kendimizi bir patikaya. Köy yolundan çıktık doğal olarak. Patika da telefonda kayıtlı değil; ama hava açık, yön duygumuza güveniyoruz. Amaç köye girmeden çıkışındaki yola bağlanıp saat ibresi yönünde bir “O” çizip başlangıç noktasına dönmek.

Haritada olmayan bir orman yolunu kesiyor rotamız. Bizler ileriden geriden laflıyoruz. Önümüzdeki sonbahar tatilini planlıyoruz. Lokasyon neresi olacak? Antalya tamam da, hangi tarafı? Kemer mi, Side mi? Epey bir fikir alışverişi, beyin fırtınası… Görüşler ikincisi ağırlıkta. İlki olsa Likya Yolu’nda yürürdük tatilde. Bakacağız bakalım. Bugünkü rotaya gelince: Orman içinden alçalmaya devam ediyoruz. Hâlâ köy yoluyla kesişmedik. (Bizde rotalar, kaybolma garantili)

Yedi-sekiz kilometreyi arkamızda bıraktık. Şimdi çay molası… Bu defa yeme yok, sade içme. Patika üzerinde uygun, rüzgâr alamayan bir yerde yirmi dakikalık ara. Fazla oturamayız, sırtımız terli. Üşütmek var.

Haydi bakalım, devam. On-on beş dakika sonra köy yolunu kesiyoruz. Şimdi sağa. Biraz ilerledikten sonra deminki, haritada olmayan yolla buluşuyoruz. Böyle ilerliyoruz. Birkaç kilometre sonra Domaniç yoluna varacağız. Elbette vardık da. Yola çıkmadan, trafikle uğraşmamak için sağdan bir patikaya sarıyoruz bu kez. Patikanın başında bir çeşme: Suyu böbrek taşı dökmekte yararlı, diye yazmışlar. Aklımızda, dağarcığımızda bulunsun. Üzerinde bulunduğumuz güzergâh da “Osmanlı Göç Yolu” olarak işaretlenmiş. Söğüt’te kışlarını geçiren atalarımız, baharda Domaniç’in yolunu tutuyor yazlamak için. Bunu da heybemize koyuyoruz. Yola devam, can yoldaşlarımızla birlikte elbet.

Bir kilometre sonra ana yolu kesiyoruz zorunlu olarak. Önümüzde, karşıda Topuk Göleti mesire alanı. Burada da kısa bir mola. Köpeklerden biri çok sırnaşık: Sarmaş dolaş selfi çekiyoruz bolca. Sırtım biraz üşüdü sanki. Terliyiz, dedim ya.  Göletin kuzey batısından yine bir tepeye vuruyoruz. Başlangıç yerine epey yaklaştık hissediyorum. (Telefonum yardımıyla da garantiliyorum)

Bir tel çiti geçiyoruz. Üç köpeğimiz de geçiyor, sonuncu mümkün değil, geçemedi. Yardımımızı da kabul etmedi beyefendi. Oysa birini ben kucağımla atlatmıştım. İlerlemeye karar veriyoruz, nasıl olsa bir yolunu bulur dedik. Buldu da, iki dakika sonra yanımızdaydı. Altı kişi değiliz artık, on canız parkurda.

Sağda, ileride, güney doğuda suyu meşhur çeşme… Biliyorum beş yüz metre sonra da bizim başlangıç noktamız, araçlarımızı park ettiğimiz yer. Çeşmeye yaklaşırken bir grup köpek bizimkilere saldırmasın mı? Zar zor ayırıyoruz, araya girmesek parçalayacaklar birbirlerini. Sopa, taş, el müdahalesiyle asayiş berkemal. (Saldırgan köpeklerden birinin alnından pekmezini akıtıyorduk neredeyse son taş darbesiyle)

Akşamın karanlığına kalmadan, vakitlice araçlarımızın yanındayız cepte yaklaşık on beş kilometrelik bir doğa yürüyüşü.

Can dostlarımızla vedalaşıyoruz, zaten üçü bizi çeşme başında terk etmişti bile. Şimdi dönüş yolundayız. Oylat ayrımı ile Odun Depoları’nın ortalarında, inerken solda bir kır lokantasına uğruyoruz. Güveçte kuru fasulyesi meşhur. Takır tukurdu fasulye, biraz daha pişmeliydi.

Şimdi günün en güzel zaman dilimi: Eve, sıcak yuvalarımıza dönme vakti.

-------

Ne zaman adam oluruz…

İnsanın umutlarını soldurmayan, içine acı doldurmayan tek aşkın “doğa aşkı” olduğunu öğrendiğimiz zaman…

--------------

18.12.2023

Namık Budak

[email protected]