TOMRİS UYAR-Edebiyatımızda Bir Kilometre Taşı-3 

Kendisini profesyonel bir öykücü olarak tanımlayan Tomris Uyar, “Öykü yazmak için yetiştim,” der. Yazdıklarında şiirsellik yaratırken, şiirin duyguyla değil, mantıkla yazıldığını söyler bizlere. Şiddetten uzak bir dille arındırır bizleri. Nasıl mı yapıyor bunu? İnceleyelim: Okurla birlikte büyüyüp, yazdıklarıyla okuru nasıl geliştirdiğini açıklamaya çalışalım, dilimiz döndüğünce.

İyi bir yazardan ne bekler Tomris Uyar? Dört başlıkta ortaya koyar bunu: Yenilik, inandırıcılık, amatör ruh ve tutarlılık. Profesyonel yazarlar için de amatör bir ruhla karalayanlar için de büyülü dört sihirli değnek!

Yenilik adına ne yapar, neler getirmiştir yazın dünyasına? Dünya nasıl ki değişiyorsa yazar da, okur da değişmektedir. “Zaman” ayrı bir önem taşır onun için. Bir labirent örer ve bizleri orada dolaştırırken değiştirir, dönüştürür. Bir “Nasıl?” tutturur ve peşini bırakmaz, merakla sürükler peşinden okurunu. Umutsuzluk içinde umuda göz kırpar. Flanözdür kendisi, onunla birlikte takipçileri de gezer, tozar; değişik yerler görür, yenilenir. Kadınlar matinesine de gider örneğin, Sağmalcılar Cezaevi’ne de. Sürükler peşi sıra meraklı gözleri.

Gündelik hayatın akışını yazar örneğin. “Ne var bunda, bunu ben de yapabilirim.” dedirtir yalınlığıyla bizlere. Asıl sanat da bu değil midir zaten: “Bunu ben de yaparım” dedirtebilmek; ama bu becerilebilecek bir şey değil elbet. İç konuşmalar ve atmosfere dair betimlemelerle eserini oluştururken, bilinç akışı tekniğini kullanır, monolog ve diyaloglarla inandırıcılığını pekiştirir. Eksiltmeler, onun vazgeçilmezidir. Son sözü hayat söyler ona göre ve yazar da ölümün sekreterliğini yapmaktadır Tanrıcılık oynarken.

Hepimizin bildiği gibi tema evrenseldir. Bin yıllardan bu yana aynı yaşam, aynı konular, aynı insani tepkiler. Yazarın becerisiyle özgünleşir bu “aynılıklar”. Bir daha yazamayacağı endişesini taşıyarak sanki kalemi son kez eline alıyormuş, klavyenin başındaki son nöbetiymiş gibi bir heyecanla yazmak. Bir acemilik hissetmek… İnsan hayatının bir anını yakalamayı yeğlemek; başı, ortası ya da sonunu değil. İşte amatör ruh!

Hayatı boyunca yazarlık konusunda ısrarcı oldu. Çabuk yazmayarak, oldubittiye getirmeden, kurmacada acele etmeden yazmayı önemsedi. Öykülerini –acımasız bir özeleştiriyle- uzun uzadıya eleştirdi, gerektiğinde, yeni baştan yazma yoluna gitti. Sesli okumalar yaparak kendi tutarlılığını denetledi.

“Dünya gibi biz de değişiriz.” diyerek sadece öykü yazarlığına demir atmadı. İyi bir eleştirmendi aynı zamanda. Eleştirmenliği kendiyle hesaplaşmadır bir anlamda. Kırk yıl boyunca bir taraftan eleştirmenlik yaparken, eleştirmenin neyi, neden, nasıl seçtiğini ve hangi yönteme göre değerlendirdiğini ortaya koyabilmeyi kendine düstur edindi. Özeleştiri yapabilmelidir, der bir yazar için ve mottosunu koyar ortaya: “Saf okurluk, nitelikli eleştirmenlik!”

Sonuç olarak; “Bunu yazdım, neyi değiştirdi? Hedef kitlem bunu okuduktan sonra bir kıpırdandı mı; içinde bir titreşim, bir serinlik, bir açılım hissetti mi, ona bakarım ben.” diyor ve ekliyor: Gündelik hayat edebiyattan önde gidiyor. Yazdığımız için yaşamıyoruz ki! Öyle olsaydı vezir olurduk, yazar değil.

İki çeşit okur var ona göre: Bilinçli okurlar ve “çok satanları” okuyanlar. Bu yazı dizimizi bir soruyla noktalayalım: Sizler kendinizi hangi grupta görüyorsunuz?

-----

Ne zaman adam oluruz…

Edebiyatın hayatı anlamanın tek yolu olduğunu kavradığımız zaman.

*Nilüfer Belediyesi’nin 15-16 Aralık 2023 tarihli “Kum Tanecikleri Anlatıcısı Tomris Uyar Sempozyumu” bildirilerinden derlenmiştir.

-------------

05.02.2024                                                                                   

Namık BUDAK

[email protected]