Altmışlarında bir adam

Yaklaşık on beş yıl önceydi. Çocukluk arkadaşım “Yaş kırk beş, yolun yarısı!” deyivermişti. Elbet o da bilir şiiri, Cahit Sıtkı’yı, Dante’yi; aslının “otuz beş” olduğunu. Ne çok gülmüştük içimizden ve bir çeyrek ömür daha geçti o günden.

Aylak aylağına bir kuram ürettim yenice, yaşam üzerine: “Ömür, dört mevsimdir.” Bunu basite almayın. “Ne var, bunu herkes biliyor zaten.” demeyin. İddialıyım. Çürütmeyi deneyin, yanlışlayın! Bunu becerebildiğiniz ölçüde bilimseldir. (Ben buldum, ben buldum) Devam ediyoruz. İnsan ömrünü dörde ayırıyoruz, mevsimlerden öykünerek: İlk otuz yıl ilkbahar; yaz, otuzundan altmışına kadar. Sonbahar, altmıştan doksana; bundan sonrası kış kış, ölüm yani, anlayana. Sınıflandırma biraz sert oldu ama iyimserlik de barındırıyor içinde: İnsan ömrünü yetmiş ortalamadan, doksana çıkarmış olduk. (Kıymetimizi bilin) Bu yıllar nasıl geçer ya da nasıl geçti? Kant’a kulak verelim: “Gençlikte günler kısa, yıllar uzun; yaşlılıkta ise günler uzun, yıllar kısadır.”

İlk otuzu ele alalım önce. Bebeklik, çocukluk, tıfıllık, ilk gençlik, ilk aşk/lar. Hadi biraz daha zorlayalım -niyeti olana- evlilik. Yaşamı tanıma, öğrenmeye çalışma. Her şeyi ben bilirimden, duvara çarpma. Al baştan: Okul öncesi, anne-babadan öğrenme ve örgün öğretim. Bu dönemde okul hayatı büyük yer kaplar. İlk altı yıl çok önemli. (ilk altı aydaki anne sütü gibi) Ne aldık, aldık. Gerisi hikâye. Okul sonrası meslek ve çalışma hayatına geçiş hep bu ilk periyotta, yani ilk otuzda. ”Diploma yetmez! ” diyor topal şarapçı, “iyi bir iş bul hele bakalım!”* İş bulma ve çalışma.

İkinci otuzdayız sonra da. Çalışma hayatıyla birlikte evlen, çoluk çocuğa karış. Ev, araba taksiti, kooperatif hissesi ve de çocukların dershanesi… Ooo, büyüdü bunlar; nişanlayalım, evlensinler hele bakalım. İş burada bitmez diyor ablam, “daha torunlar var.” Yorulduk, dinlenmeliyiz. Aktif çalışma hayatı bitti bitiyor, şimdi sıra hobi bulmakta. Geçinebilirsek kolay o da. Ne biçim alış veriş bu? Anlayamadım gitti! Yapmak istediğim birçok şey, özlem kapısında yitti...*

Geldik mi en zoruna... Son periyottayız. Ne olacak bundan böyle? Öncelikle bu zaman diliminde, en önemlisi sağlıklı olabilmek. Mutluluk da gelmeli peşi sıra. Daha torun torba var büyütülecek. Hani onların sünnet düğünleri ve evlikleri, onlar da bekler bizim destekleri. Hobilere zaman ayırmalı. Mutlu olacağımız işler bulmalı bu altmış-doksan arası. Bir karı, birkaç çocuk, bir ev ve araba. İşte yaşamın bilançosu...*

Son periyodu yazmıyorum bile. Kış, yani doksan sonrası, “at-ta”. Yoğuz artık bu dünyada. Ya nerede? Sadık yârimizin koynunda… Hayır! Hayır! Korkuyorum ölümden! Boşa geçen bir yaşamın ardından nasıl gidilir ki “oraya”?*

Ee, bizde nasıl bilanço? Ben, kendi payıma vuruyorum kendimi dağlara doğaya, sağlıklı beslenmeyi önemsiyorum. Tatlıyı kestim. ‘Neden tatlı yemiyorsun, şeker mi var,’ diye soranlara, ‘Hayır, yok; ama şeker ciddi hastalıkların tetikleyicisi,’ diyorum. Alkolle arama mesafe koydum. (Teoman da böyle yapmış, ne tesadüf) Spor zaten vardı gençliğimden bu yana, şimdilerde -daha rahat zaman bulabildiğimden- düzenli yapıyorum. Beyin yaşlanmasına önlem olarak da yabancı dil öğrenmeye çabalıyorum, hem de iki tane birden; aksatmadan da yazmaya çalışıyorum diğer taraftan. Köşe yazılarıyla birlikte kısa öykü yazma gayretlerimi de görmezlikten gelmeyelim! Arkeolojiye sardım, yurt içinde Strabon’un izinde gezmeye başladım, devamı planlarımızda. Yurt dışı hayallerimiz de var elbet kafamızda: Trans Sibirya, Fiyortlar, Himalayalar (Base Kamp) ve Güney Amerika. Şimdilik ekmek bandırıyorum suyuna.

Altmışlarında bir adamın seyir defterinden: Sondan bir önceki periyottayız. Sağlık ve mutlulukla yaşayalım; sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz, diyoruz.

Ne zaman adam oluruz…

İşten emekli olunabileceğini; ama hayattan olunamayacağını öğrendiğimiz zaman.

*Sevgiden Ötesi Yalan, Anonim (Can Dündar’a ait olduğunu söyleyenler var) şiirinden alıntı.

12.02.2024

Namık BUDAK

[email protected]