Yine yeniden Antalya

Bu hafta sonu Antalya Maratonu için yollardaydık. 2006 yılından bu yana gerçekleştirilen bu yarışa kaç kez katıldığımı hatırlamıyorum bile; ancak her geldiğimde farklı bir coşku, heyecan ve profesyonelce düzenlenmiş bir etkinlikle karşılaşıyorum. Bu yılki koşu da bambaşkaydı, bir festival havasındaydı.

Sporcular, bu etkinlikte de maraton (42 K), yarı maraton (21 K), 10 K ve 5 K olmak üzere dört farklı parkurda ter döktüler. Turizmin başkenti Antalya’ya yakışır bir etkinlikte buralara geldiğimizde baharın habercilerini görme fırsatımız oldu. Portakal, mandalina bahçeleri arasında bizlere “ce-ee” diyen ballıbabalar ve gelincikler dikkatimizden kaçmadı. Önümüzdeki hafta doya doya izleyeceğimiz bu işaretlerin peşinde olacağız yine, Selçuk’ta. Efes Harabeleri civarında 27 kilometrelik bir parkurda koşacağız.

Antalya’ya gelmişken birkaç günlük bir tatil kaçamağı iyi giderdi, bizler de değerlendirdik bunu. Bir otobüs dolu master atletle geldiğimiz bu etkinlikte yarış bitiminde -Pazar öğleden sonra- onları uğurladık; denize karşı uzattık ayaklarımızı, birkaç günlük minik bir tatil bekler bizi.

Buraları için gözlemlerimizi paylaşalım sizlerle. Gelişimizin ilk gününde yoğun bir trafik dikkatimizi çekti. Adım başı, yol boyundaki görevli polisler burada bir büyük buluşma olduğunun/olacağının işaretiydi. Pazar günkü gazete başlıklarından öğrendik: Antalya Diplomasi Forumu varmış, 1-3 Mart tarihleri arasında. Haberi okuduğum gazetenin sürmanşetini burada yazmasam olmaz: Ümmet 100 Yıldır Başsız. (Buyur buradan yak) Halifeliğin kaldırılmasını böyle bir sürmanşetle duyuruyor güzide basınımız (!)

Uzun zaman önce verdiğim siyaset yazmama kararımdan dolayı bu konuyu pas geçerek (anlatım bozukluğu) Antalya güzelliklerine devam edelim. Mart’ın başları, deniz için erken, gerçi Rus turistler böyle düşünmüyor, çoğu denizde. Onları gören bende “bırrr” ve titreme. Konakladığımız otel yakınlarında Aspendos Antik Tiyatro ziyaretini aradan çıkarıyoruz. Dönüşte araya Antalya Arkeoloji Müzesi’ni de sıkıştırma derdindeyiz. Bu müzeye her gittiğimde yeni bir şeyler buluyorum. Kapalı sergi alanları olsun, bahçesi olsun dolu dolu, bu turizm cennetine yakışır bir yer. Kesinlikle yolunuzu düşürün buraya derim.

Isparta’dan başlayıp Antalya’da sonlandırdığımız St. Paul Yolu yürüyüşümüz aklıma geldi. Doğayı ve yürümeyi seviyorsanız, zor olmayan bu parkuru, bu görsel şöleni de tavsiye ederiz naçizane. Araya Giden Gelmez Dağları’nı da sıkıştırırsanız efsane olur. Mutlaka duymuşsunuzdur Likya Yolu parkurunu, bunu da deneyimleyin derim. Tadından yenmez. Antalya böyle güzellikler tarafından sarmalanmıştır, biliyorsunuzdur ya hatırlatalım istedim. Burayı “Her Şey Dâhil” oteller cenneti olmaktan kurtarıp alternatif güzergâhlarla, tanıtımlarla, “dünya cenneti” yapabiliriz; başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere, ilgililere ve girişimcilere duyururuz. Dünya cenneti diyorum, açalım: Antalya’da aynı anda dört mevsimi yaşarsınız. Aynı gün Olimpos’ta kayak yapıp Konyaaltı’nda denize girersiniz. Toroslar’ın eteğinde sonbaharı yaşarken sahilde ilkbaharla kucaklaşırsınız.

20 derece civarındaki bir hava bizlere güzel bir tatil fırsatı veriyor. Sabahları koşu antrenmanları, akşamları serinde sahil boyu yürüyüşler güzeldi. Bu kış kar yağmadı, yağacağa da benzemiyor. Umarız barajlar yeterince su tutar. İki yıl öncesini hatırlıyorum da öyle bir kar yağışı oldu ki mart ortalarında aracımızı dışarı çıkaramamıştık. Kış kışlığını, kuş kuşluğunu yapsaydı keşke diyoruz.

Gezginci zamanlarımızdan bir not geldi aklıma. Yemeklerimizi otelde yemeseydik, “sonradan gurme” olarak tavsiyem buralara gelmişken Aksu’da köfte piyazı (Şimşek Köfte, tek geçerim) deneyimleyin derdim.

---------

Ne zaman adam oluruz…

Her şey kötüye gittiğinde, kendimize bir tatil ısmarlamamız gerektiğini öğrendiğimiz zaman.

-------------

04.03.2024

Namık BUDAK

[email protected]