Mimas Yolu'nda Karaburun

Turumuzun ikinci günü. Planlandığı gibi kahvaltılar edildi, kahveler içildi, saat 10.00’da parkurda olacak şekilde hazırlıklar tamamlandı. Kösedere Köyü içinde uygun bir alanda ısınma hareketlerinden sonra Karaburun merkeze ulaşmak üzere başlandı yürüyüşe.

Parkur, köy çıkışında bizi sağa aşağıya şirin bir vadiye attı. Küçük bir dereyi solumuza alarak meyve ağaçları, (badem mevsimi ve sık sık karşılaştık badem ağaçlarıyla; midelerimiz de bayram etti haliyle) yemyeşil otlar, gelincikler ve papatyalar arasından kuzeye doğru bir kavis çizip tekrar kuzey doğuda köy yolunu kestik. Köy yolunda iki yüz metre kadar ilerledikten sonra sola daldık ve yükselmeye başladık. Zeytin bahçelerinin arasında ilerlerken sağda altımızda deniz bizlere ara ara göz kırpıyordu, varın benim farkıma, diyordu. Biz de ona karşı boş değildik elbet. Öğlen 12.00 gibi çay, kahve ve atıştırma molamızı biraz uzunca tuttuk haliyle. Yaşlı, kocaman bir zeytinin altında, yeşillikler içinde denize karşı çay keyfimizi uzattıkça uzattık. Ellerimizde çay fincanları, “Ya, yaşıyoruz bu hayatı!” sloganının hakkını verdik. Bu sözler sonraki günlerde de herkesin dilindeydi ve her söylendiğinde “gülme garantiliydi.

***

Her güzel şeyin sonu olduğu gibi molanın da sonu gelmişti. Tekrar yoldayız. Parkur otlarla kaplı, sadece ot olsa sıkıntı olmazdı belki, ama çalılık kaplamış çoğu yeri; bu biraz hırpaladı ekibi. İşaretler de zaman zaman kayboluyordu. İyi ki izler telefonumuzda yüklü, yoldan çıkmadan, kaybolmadan böyle ilerliyoruz bir zaman daha. Bir süre sonra telefonda yüklü izlerle yoldaki işaretler çelişti. Geldik mi yol ayrımına? İzleri mi yoksa telefonu mu takip etmeliydik. Biz ilkini yeğledik; zira telefon kaydı bizi patikası olmayan bir ormana yönlendirdi. Oyaya girsek çıkamaz, ağaçlar, çalılıklar arasından yol bulamazdık. Yoldaki işaretlemeler Karaburun asfaltına yönlendirdi bizi, ekibe de uymak düştü. Kurtuluş, kocaman bir yılana denk gelmiş önden giderken, iyi ki benim karşıma çıkmadı, en büyük fobim.

Ana yolu kısa bir süre kesen parkur, bizleri tekrar sola, bahçelerin içine yönlendirdi. Fırsat bu fırsat, ikinci molamızı verdik. Atıştırmalıklar, yolluklar ortaya döküldü ve afiyetle götürüldü. Biraz da uzandık çimenlerin üzerine. Parkurun çoğu bitmiş azı kalmıştı zaten. On-on beş dakikalık bir uzatmadan sonra ekip göz göze gelerek kalkma, tekrar yola koyulma kararı aldı. Ambarseki Köyü de önümüzdeydi, on dakikalık mesafe. Köyde oyalanmadan, merkezinden transla yine vurduk çıkışındaki köy yoluna. Yol ters bir orak misali önümüzde kavis çizdi ve düzeldi akabinde. Etrafta arapsaçı toplayan köylüleri gördük. E, biz de gereğini yaptık, topladık kahvaltılık arapsaçlarını. Buralarda pazarlarda satılır. Biliriz Ege mutfağı ot ağırlıklıdır. Biz de uyuyoruz buna.

***

Az ileride Saip Köyü bizleri bekliyor ve onun arkası da Karaburun. Bir kilometre kadar ilerleyip köye varıyoruz. Köy çıkışına doğru bir arkadaş da ekibimize katılıyor. O da yürüyerek Karaburun merkeze gitmek istiyormuş, yardımcı oluyoruz elbet. Bizlerle merkeze kadar geliyor. (Ah, Türkan, uzaklaşma bir daha Karaburun’dan) Saip Köyü’yle Karaburun arasındaki parkurun bir bölümü çok güzeldi. Ağaçlardan doğal oluşmuş bir koridor, bir tünel içerisinde epey bir yol aldık bu güzellik içinde. Parkur, Karaburun Belediye Tesisleri’nde son buldu. Bizler de buradan beş yüz metre daha ilerleyip Öğretmenevi’ne varıyoruz. Duş, dinlenme ve sonrasında akşam yemeği için dışarı çıkıyoruz.

Balıkta karar kılıyoruz ekip olarak. Merkezde balık satan bir dükkân bize cazip geliyor. Uygun fiyata satın aldığımız balıkları küçük bir ücret vererek pişirtiyoruz, yiyoruz aynı yerde. Çinekop ve barbun oluyor benim tercihim. (Ah, keşke kalamar tükenmeseymiş) Ekip de zevkine göre benzer bir menü oluşturuyor. Yemek sonrası sahile iniyoruz hep birlikte. Şarabımızın kadehe dökülme sesi, dalgalara karışıyor; gecenin loş ışığında hep birlikte haykırıyoruz bir kez daha: “Ya, yaşıyoruz bu hayatı!” Kripto piyasası dip yapmış, kimin umurunda, para bu gider, gelir; neşe hep daim olsun.

Çok fazla uzatmadan deniz keyfini, geldi diyoruz yatma vakti. Yarın çok farklı bir parkur bekliyor bu güzel ekibi.

Ne zaman adam oluruz…

Hayatın bir kitap olduğunu ve gezip görmeyenlerin hep aynı sayfayı okuduğunu öğrendiğimiz zaman.

17.04.2024

Namık Budak

[email protected]