Barbie’nin kafası karışık…

Barbie’nin sinemaya aktarımında yönetmen ve senarist künyesinde Greta Garwig ve Noah Baumbach adlarının olması şaşırtıcıydı. Amerika Bağımsız Sineması’nın önde gelen isminin 50’lerden bu yana artık miadını doldurmuş bir oyuncak markasıyla anılması tuhaftan öteydi. İzlemeden önce bu iki ismin bu oyuncak dünyasına ne tür dokunuşlar yapmış olabileceklerini tahmin etmeye çalıştım. Tahminlerimin bir bölümü tuttu, örneğin Barbie’nin gerçek dünyayla tanışması gibi…Diğer bölümü kitsch pembe dünya ise olması gerekendi. Barbie’den, bir Pinokyo öyküsü çıkarmışlar. Pinokyo, nasıl oyuncak dünyasından çıkıp gerçek dünyada yer almak istiyorsa Barbie’de aynı motivasyonla hareket ediyor. Bunu yaparken ilk bölümde Barbie Land olarak adlandırılan aşırı pembe renklere boyalı oyuncak dünyasını naif mi naif, her şeyin eğlence, partileme üzerine kurulu yaşam tarzını mükemmel bir yapaylık içinde gösteriyorlar. Streotipik Barbie yaşamı, beklenen ve mükemmel programlanmış. Feminist ve pembenin her tonunda. Her türde başarılı Barbie figürünün temsil edildiği bu yapaylıkta Ken’ler sadece eğlenceli eşlikcilerdir. Eğlencelerde Barbie’lerin müsaade ettikleri kadar sahne alan terbiyeli, yakışıklı, bakımlı plaj çocuklarıdır. Günün birinde Barbie’nin elinde olmadan aklına düşen ölüm düşüncesi kafasını karıştırır. Bu nedir yaa? Her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir ülkede karanlık düşüncelere ne gerek var ki? Gerçek dünyaya geçmeye karar veren Barbie’ye hiç planlamadığı şekilde Ken’in de katılmasıyla işler değişir. Gerçeğin erkek egemen dünyasının içine giren Ken ve Barbie neye uğradıklarını şaşırırlar. Oyuncak dünyasının yapaylığı içinde musmutlu yaşayıp giderken gerçek yaşamın gri renkleri içinde bir varoluş mücadelesine girmeye mecbur kalırlar. Ken eril dünya düzenine tanık olmuştur ve aşırı hoşlanmıştır. Bunu Barbie Land’teki diğer Ken’lere öğretmek için pür telaş geriye yola çıkar. Barbie ise kendi gerçeğiyle karşılaşmak için üretici firmasına gider. Will Ferrell’in canlandırdığı CEO onun gerçek dünya içinde dolaşmasından hoşlanmaz ve tekrar paketli ürüne dönüşmesini ister. Ne de olsa, ticari bir metadan başka bir şey olmamalıdır. Barbie ise artık eskisi kadar masum ve kolay razı edilebilir bir kız değildir. Ken’in erkek egemen zehri Barbie Land’e taşımasıyla kurallar değişmiştir. Kavga eden, bira türü içecekler tüketen, TV seyreden bir Ken dünyası kurulmuştur. Barbie’ler artık hizmet edenlerdir. Feminist kurallar yıkılmak üzeredir. Bu durum geriye dönen Barbie’nin müdahalesini gerektirmektedir. Tekrar başa dönecek olursam böyle bir filmi yapmak düşüncesi neden ortaya çıkar? Artık zamanı geçmiş bir ürünü tekrar canlandırmak, ticari piyasasını genişletmek hedefi ön planda olmalıdır diyorum. Ürünün güzelliğini temsil eden Margot Robbie her şeyden önce olumlu bir seçim. Hatta fazlası bile var. Ürünün oyuncak dünyasını gerçek dünyaya taşıyıp ürünle ilgili eleştiri oklarını saplamak, yapaylığını sergilemek sinemasal bir dokunuşun kaçınılmaz süreci. Garwig/Baumbach ikilisi eleştirisel damarı mükemmel yakalamışlar. Margot kadar Ken’de, Ryan Gosling’in fevkalade çabası karakterini sevdiriyor, işlevlik kazandırıyor. Finalde Barbie’nin yaratıcısı Barbara Handler ile bir araya gelmesi tüm ana düşünceyi aydınlatması açısından iyi kurgulanmış bir son. Sürpriz mi? Değil… Margot Robbie’nin perdeden taşan ışıltısına artık alıştık bu kez Barbie olarak göz alıyor. Ryan Gosling’in böylesine yapaylık taşıyan bir rolü severek oynadığı her halinden belli. Filmin gişe başarısında bu iki oyuncunun varlığı önemli bir rol oynuyor düşüncesindeyim. Haftalardır süren agresif reklam kampanyası da, seyirciyi tekrar salonlara çekme konusunda şimdilik başarılı oldu.