Hüzünlü bir aile hikayesi

Japon yönetmen Hirokazu Kore-eda kutsal aile çerçevesi içinde gözüken karakterlerin ahlaki, vicdani, etik çıkmazlarını perdeye yansıtmakta çok usta bir isim... Bir önceki filmi “Shoplifters-Arakçılar” 2018’de Cannes’da Altın Palmiye ödülü kazanırken dışardan normal gözüken bir aile çerçevesi içindeki gerçekleri öğrendikçe dona kalmıştık. Kore-eda karakterlerini seven bir yönetmen. Karakterleri konusunda asla yargılayıcı olmaz, onları zaafları ve iyi taraflarıyla göstermeye çalışır. Çıkarcı, etik dışı davranışlarına karşın son kertede yine de vicdani hesaplaşmalarını ortaya koyar. 2013 filmi “Like Son, Like Vater/Benim Oğlum- Benim Babam” yine bir çocuğun gerçek ebeveyni kimdir sorusuna yanıt arıyordu. Doğuran mıdır, yetiştiren mi? “Parasite” ile kendisini dünyaya tanıtan ve son Cannes Festivali’nde bu filmdeki performansıyla da en iyi erkek oyuncu seçilen Sang Kang-ho’nun öncülüğündeki oyuncu kadrosu filmin başarısında büyük pay sahibi. İçten ve inandırıcı bir ekip çalışması. Kilise önüne terk edilen çocukları toplayarak karaborsa piyasasında satan bir çetenin ve onlara suçüstü yapmak için iz süren kadın polis ikilisinin üzerine kurulan dramatik bir hikaye anlatıyor Kore-eda. Terk edilmiş bebekleri toplayan Sang-hyun (Song) ve Dong-soo (Gang Dong-won) son işlerinde, annenin geri gelmesiyle ne yapacaklarını bilemezler. Anne çocuğunu terk ettiği için pişman olduğunu söyler, geri ister. Onlarsa anneye çocuğa daha iyi bakacak bir aile bulacaklarını ve bu işten gelecek parayı bölüşmeyi teklif ederler. İyi koşullarda bir aile yaşamının çocuğun hakkı olduğuna anneyi inandırırlar. Kendileri de yaptıkları işin çocuklar için iyi bir şey olduğuna inanırlar. Talep edilen ücret üzerinden alıcı bulma süreci uzadıkça bireyler arasındaki fikirler, duygular değişmeye başlar. Bireylerin kişisel hikayeleri yavaş yavaş gün ışığına çıkar. Hikayelerini bilmeden karakterlerini yargılama hakkını elimizden alıyor Kore-eda. Peşlerindeki polislerin de kişisel hikayeleri yavaşça bu sarmal içindeki yerini alıyor. Hikaye terk edilen bebek Woo-sung’un, dramatik hikayesi olmaktan çok öteye geçiyor. Sosyal sorunları çözümleyici gözüken, kutsal aile kurumunun göstermelik iyiliğine oklarını saplıyor. Pazardan mal alır gibi çocuk satın almaya gelen ebeveyn adaylarının yüzeyselliği, kaş göz güzelliği hesapları ortaya çıkıyor. Her şeyden önce bebek ticaretinden geçinen ikili sert suçlular değiller. Kore’deki çocuk esirgeme kurumunun çocuklara şefkat, sevgi verdiğine güvenmiyorlar. Kendileri bu yanlışı düzelttiklerine inanıyorlar. Bebek sahibi olmaya hazır olmayan annelerin doğum sonrası yaşayabileceği değişimi So-young (Ji-eun Lee) karakteri incelikle yansıtıyor. Çaresizlik üzerine eklenen suçluluk psikolojisi içinde annelik duygusu ne kadar hissedilir, nasıl layıkıyla yaşanır? Bir çocuğun geleceği üzerine rasyonel karar vermekle, anneliğin iç güdüsel hissiyatı arasında sıkışmak nasıl bir şeydir ? Karakterlerini seven her birine sahip çıkan bir yönetmen Kore-eda. Yavaş tempoda ve hazmettirerek anlatıyor meramını. Karakterlerinden hiç birisine haksızlık yapmıyor. Bu durum ortalama seyirci için sıkıcı bir anlatım olabilir. Sürprizler usulca gelişiyor. Hayatın bizden uzakta olan anlarını gülümseyerek ve hüzünlenerek izlemek şahsen ruhuma iyi geliyor.