Teknoloji ve insan bedeni eşleşmesinin korkutucu sınırları

Kanadalı David Cronenberg orta akım seyircinin tuhaf ve saplantılı filmlerin yönetmeni olarak tanımladığı bir isimdir. Marjinal işleri sever. Yüzeysel bir bakışla filmlerinin seyirciyi irrite edici, abartılı, rahatsız edici yönleri olduğu inkar edilemez. Patlayan kafalar, delinen bedenler, TV ekranından fırlayan barsaklar, vajina şeklinde bir delikten karına sokulan video kasetleri gibi sahneler olunca ilk bakışta bu saptama doğru olabilir. Filmleri üzerine analizler derinleştikçe beden ve teknoloji arasındaki ilişkiyi önemseyen, hatta insanlığı bu tehlike karşısında uyaran bir yanı olduğu anlaşılır. Body Horror konusunun yaratıcılarından olduğu, bunu görselleştirmekteki ustalığı tartışma götürmez. Bu konuya kafa yoran düşünürlerden Jean Baudillard, Transhümanizm olarak adlandırılan bir sürecin başladığına dikkat çeker. Son yıllarda artan süper kahraman filmlerinin insanları bekleyen posthümanizm geleceğine alıştırmak olduğunu söyler. Yapay evrim veya yeni ırkçılık olarak da adlandırılan bu sürecin Cronenberg’in ilham kaynaklarından birisi olduğu, filmlerinin ana kurgusuna hizmet ettiği kesindir. Yönetmen bir röportajında şöyle der : “Teknoloji yaşantımızın bir parçası vücudumuzun da bir parçası olması kaçınılmaz” der. Sinematografisinde Transhümanizm veya sinema dilinde Body Horror konusundaki yaratıcılığını en belirgin olarak Videodrome (1983), Varoluş-Existenz (1999) gibi filmlerinde gösterdi. Videodrome filminde ortaya çıkan bireyin teknolojik köleliğine “Yeni Et” tanımlaması yaptı. Ana karakteri bir TV ekranıyla bütünleşir J.G. Baudillard’ın bir romanından uyarladığı “Çarpışma Crash”(1996)ise kışkırtıcı sevişme sahneleriyle dikkat çekse de, insan ve metal birleşmesine odaklandı. Araba kazası yaparak, seyrederek veya metalleri, bedenlerinde kazalardan oluşmuş yara izlerini okşayarak tahrik olan bir insan grubunu tanıttı. The Fly’da ise molekülleri Teleportasyon sırasında sinekle karışan bir bilim adamının ara bir yaratığa dönüşümünü anlattı. İnsanın sineğe dönüşümünü görsel işlenişi hayranlık uyandıracak seviyedeydi. Varoluş’ta ise insanları omurilik üzerinde bir  bağlantıyla BS oyunları içine soktu. Cronenberg, yeni filmi olan “Müstakbel Suçlar-Crimes of the Future”'ın senaryosunu ilk olarak 1990'ların sonlarında, henüz 50'li yaşlarının sonlarında Painkillers başlığı altında yazmış. Artık 78 yaşında olmasına karşın, ilgi alanlarını ve enerjisini hala ortalama film endüstrisi yapımlarına uyarlamakla ilgilenmeyen yaşlı bir yönetmen. Orta akım seyirciye hitap edebilecek konular onun ilgi alanında hiç olmadı. Sekiz yıl aradan sonra ilk filmi. Beden ve zihin arasındaki ilişkiyi, sınırları araştırmayı heyecanla sürdürüyor. Seyirciyi tribünden bakan gözlemcilere dönüştürüyor. Saplantılı karakterleri uzun diyaloglarla kendilerine neler olduğunu, neden olduğunu anlamaya çalışıyor. Seyirci bir dizi olası fakat çelişkili yorumlarla karşılaşıyor. Bir tanesine dahi tam anlamıyla odaklanamadan filmi yarılıyor. Seyirci için kafa yakan bir deneyim. Nerede, ne olacağını, bir sonraki sahneyi tahmin etmesi olası değil. Çarpıcı bir başlangıçla açılan ve çarpıcı bir finalle sonlanan filmin ilk yarım saati öyküye odaklanmak, metaforik göndermelere anlam bulmakla geçiyor. Filmin hikayesi vücudunda sürekli yeni tür organlar türeyen Saul (Vigo Mortenson) ve plastik yiyerek yeni bir yaşam şekli yaratmak isteyen diğer bir grup insan üzerinden ilerliyor. Acıyı hissetmeyen Saul’un vücudunda üreyen her yeni organ halka açık cerrahi bir gösteriyle asistanı Caprice (Léa Seydoux) tarafından ekstirpe (cerrahi yöntemle vücuttan uzaklaştırma) edilmektedir. Filmin öyküsü üzerine yazacağım her fazla satır spoiler içereceğinden seyir zevkini kaçırmak istemiyorum. Filmde karşımıza gelen sanatsal performans gösterileri gerçek performans sanatçılarından esinlenilmiş. Halka açık ameliyatlar 19.yy Viktoryen dönemde Avrupa’da giriş ücreti karşılığı yapılan gösterilerdi. Filmde de ameliyatlar performans sanatı adı altında eskisi gibi eller yıkanmadan bu kez büyük haz duyularak yapılıyor. Etiket de bu hazzın ifadesi oluyor: “ameliyat=                      yeni seks”.  Anesteziye gerek yok bedenler artık acı duymuyorlar. Bedenini çok sayıda kulakla süslemiş “Kulak Adam” dansı ise gerçekte Avustralyalı sanatçı Stelarc’ın “Ear on Arm” çalışmasına bir gönderme. Sanatçı koluna plastik cerrahi ile 3. kulak ekletir. Fransız sanatçı Orlan ise genel anestezi almadan alnına boynuz görüntüsünde iki yumru ekletmiş. Performansları bedensel değişmezliğe bir nevi meydan okumayı temsil eder. Yıkılmış, apokaliptik atmosfer filmin bütününe hakim. Filmin çekildiği Atina’nın eski sokakları ve binaları bu atmosferi sağlamakta çok etkili dekor olmuşlar. Cronenberg ile yıllardır çalışan set tasarımcısı Claire Spier şehrin doğal atmosferi içinde çalıştıklarını söylerken gelecekte olabilecek olayları retro bir hava ile birleştirdiklerini belirtiyor. Howard Shore’un tekno-Wagner tarzı müziği de karanlık, belirsiz zamanlı dünyayla mükemmel bir eşleşme ortaya çıkarmış. Cronenberg film üzerine yapılan bir söyleşi de: “Filmde araba yok, Tesla yok. İnsanlar olarak yapılara her zaman ihtiyacımız var. Formlara ihtiyacımız var. Formları doldurmamız gerekiyor. Yapmadığımız sürece iyi hissetmiyoruz. Yani her zaman bir arşivimiz olacak, arşivlenmiş olacağız, sadece birkaç karton kutu bile olsa. Etrafımız yıkılmış, parçalanmış olsa bile bu yapılara ihtiyacımız var. Ve bu durumda yaşantımızdaki mizahı ortaya çıkarıyor” diyor.