TÜRK TİYATROSUNUN “KADIN ANA”SI: BEYHAN SARAN

Beyhan Saran ismini televizyon kuşakları pek bilmeyebilir.
“Ferhunde Hanım” ve “Bizim Evin Halleri” dersem belki çağrışım yapar.
Ancak tiyatronun altın çağına yetişen son nesil olan benim gibiler çok iyi bilir ve sever.
Ben onu Ankara Devlet Tiyatrosu’ndaki oyunlarıyla hatırlıyorum.
Tek başına bir oyunu sürükleyecek yetenek ve canlılığa sahiptir.
Baskın karakterdir.
Yılanların Öcü’ndeki Irazca Hatun’dur. (Fakir Baykurt’un eseri NATO’cu yönetimce yasaklanmıştır.
Metin Erksan’ın film teklifini kabul etseydi keşke)
Efsane kadrosuyla Kuvayı Milliye Destanı’nda kahraman Anadolu kadınıdır.
Zirveden Sonra, Sokollu’da Nurbanu Sultan’dır.
Deli Emine’dir, Erkek Satı’dır, Hanife Hala’dır, Fadime nine’dir, Kadın Ana’dır.
Karel Çapek’in oyununda sade “Ana”dır.
Batılı tiyatro rollerinde de hep güçlü ve karmaşık karakterdir.
Sanatla yoğrulmuştur.
Ankaralıdır, mütevazıdır, bizdendir.
Annemin çok eski arkadaşıdır, kardeşi merhum Peri (Perihan Gönenç Taş) teyze de aile dostumuzdu.
Yazar Tolgahan Vurgun’un kendisiyle yaptığı nehir söyleşi, “Beyhan Saran: Sahnelere Bir Armağan”
ismiyle Pankuş Yayınları’ndan çıktı.
Zevkle okudum.
Hayatımızdan bir bölüm gibi anılar akıp geçti.
1950’lerin sonunda başlayan ve hala devam eden bir tiyatro ve sanat yaşamı.
Tiyatromuzun ünlü oyuncularından Baykal Saran ile aşk evliliği.
Muhsin Ertuğrul, Ayhan Işık, Semiha Berksoy, Çetin Tekindor gibi bir döneme damgasını vurmuş
sanatçılar.
Tam bir Cumhuriyet kadını Beyhan Saran.
Kendine güvenli ve sanatın ışığını alnında hissedenlerden.

Ankara’nın meşhur radyo tiyatrolarından TRT’ye uzanan bir başkent kültürü.
“Kadın Ana” ile evlerimize konuk olduğunda aileden biri gibi sevdirdi kendisini.
Hala o lakapla hatırlanır.
Ferhunde hanımlar dizisinden sonra TRT’de yayınlanan Bizim Evin halleri dizisi 1705 bölümle Türk dizi
tarihinde bir rekora sahip.
O dizilerden tiyatro terbiyesi alan pek çok ünlü oyuncu çıktı.
Tamer Karadağlı bugün ünlüyse bunu Beyhan Saran’a borçludur bir anlamda.
O kadar doğal ve kendine güvenli ki tüm ısrarlara rağmen İstanbul’a gitmemekte direnmiş.
İstanbul’un Ankara’ya dönüşünü sevenlerden o.
Bakın tiyatronun altın devrini yaşamış birisi olarak o günleri nasıl anlatıyor:
“İlk faktör: İzleyici. İzleyiciler her oyuna bir galaya, davete katılırcasına şıklıkta ve özenle gelirdi.
İnsanlar çocuklarını da alır gelirlerdi. O çocuklar da aynı özenle ve terbiye ile gelirdi.
İkinci faktör: Ekip. Yaptığımız iş tamamen bir ekip işidir. Dekorcudan tut kostümcüye, sahne
yardımcılarından tut suflöre, rejisörden tut oyuncuya. Böyle bir bütünüz. Biri işinde iyi olmasa o tüm
ekibi etkiler.
Üçüncü faktör: Eser. Her sezon çok kaliteli, önemli ve değişik eserler sunduk. Klasiklerden yeni
eserlere kadar.
Dördüncü faktör: Siyaset. Sadece “Yılanların Öcü” vetosu haricinde emekli olana kadar oynadığım
hiçbir oyunda siyasi otorite etkisi hissetmedim. Her resmi bayramda köşke, resepsiyonlara davet
edilirdik. Şimdi ise kültür ve sanata verilen değer malum. Devlet Tiyatrosu’ndaki arkadaşlarımdan
nasıl sorunlarla karşılaştıklarını duyuyorum.”
Gerçekten de tiyatro apayrı bir kültürdür.
Atatürk ve Cumhuriyet’in bir armağanıdır.
Bizler, bugün 50’li yaşlarına yaklaşan veya geçenler, bu kültürü alan son nesillerdeniz.
Türk Tiyatrosu’na Beyhan Saran’ı bizlere armağan ettiği için teşekkür ederim.