Bir iletişim dili, tiyatro

“Başkalarını kötülemek kendini övmenin dürüst olamayan şeklidir.”, demiş Herbert Spencer. Ben de halkımı kötülüyorum, “cahil” diyorum, cahil bıraktırılmasının sebebi de gene kendi cahilliği diyorum. E öyle ama… En iyisi bir süre politika yazmamak. Kuşlar, çiçekler, börtü böceklerden gidelim. Bu da olmaz. Ciddi konu var bu hafta: Tiyatro. Yeni sezonda perdeler çoktan açıldı. Biz de gecikmeli geçtik sahnenin karşısına: “Hayat Gibi” prömiyeriydi, Pupa Sanat’ın. Amatör ruhla karşımızda. Genel olarak bakıldığında başarılı. Salonu da doldurmuşlar. Oyuncuları mutlu gördüm, ne güzel! Çok iddialı olmak istemem ama tiyatroda farkındalığı olan biri olarak bir-iki eleştirim dışında ekip alkışlanır: Oyuncuların sesi salona cılız geldi, sahne biraz daha öne kurularak bu giderilebilirdi. Temizlik takıntısı olan karakter daha grotesk kurgulanabilirdi bir de. Yurt dışında, her semtte en az birkaç özel tiyatro olur. Halk bunları destekler, yaşatır, hem kendisi yararlanır, hem de topluluğu ayakta tutar. Kazan kazan yani. Ülkemize baktığımızda, yaşadığımız şehirlerden yola çıkalım, bırakın her semti koca koca kentlerde kaç özel tiyatro var? Malum bunlar kendi yağlarıyla kavrulurlar. Devletten katkı yok. Ayakta durmak zor… Devlet kendi cephesinden üzerine düşeni yapıyor gibi. Devlet Tiyatroları kendi salonlarıyla halka ulaşmaya çalışıyor. Tamer Karadağlı’nın (Bu makama gelmesi epey gündem olmuştu) genel müdürlüğünü yaptığı devlet tiyatroları 1949 yılından bu yana yirmi üç ildeki sahneleriyle hizmetimizde. Stanislavski’nin (Rus tiyatro oyuncusu, yönetmen) sahne sanatlarında kullanılan bir “sihirli eğeri” var: “Oyuncu sadece şu soruya cevap vermeyi denemelidir der: Eğer Kral Lear yerinde olsaydım, ne yapardım?” Ben kendi mesleğimde uygulamaya çalışmıştım. Öğretmenlerime her fırsata kendinize iki soru sorun, derdim. Bir: Ben öğrenci olsaydım, öğretmenimin bana nasıl davranmasını isterdim. İki: Öğrenci benim çocuğum olsa, öğretmeninin ona nasıl davranmasını isterdim. Bu soruyu eminim Tamer Karadağlı göreve gelmeden önce kendine sormuştur: Eğer ben Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olursam ne yapardım? 2021 yılı itibarıyla Türkiye genelindeki 608 özel tiyatrodan sadece 105’i çalışmakta. Yani 503’ü faaliyetlerini durdurmuş. Eminim yeni genel müdür bunu biliyor ve çözer. Mutlu olmak için kendimizi geliştirmemiz gerek, iyi bir sanat alıcısı olmalıyız. Rafine bir ruha, güzel sanatlarla ulaşabiliriz. Tamam da… Bir zaman sorunumuz var. Bi’ şeyleri yetiştirme, olsun bitsin, aradan çıksın derdindeyiz. Gösteri, oyun, konser uzayınca sıkılıyoruz. Durum bu… Kötü mü? Evet kötü. Tiyatro tarihine baktığımızda beş perdelik oyunları görürüz. Seyirci sıkıldı, üç perdeye düştü, gene sıkıldı. İki perde denendi, ondan da of puf. Artık iki perdelik oyunlar birleştirilir oldu, teke düşürüldü. Yeni yazılanlar da mutlaka tek perde. Artık neyin telaşındaysak? Neyi, nereye yetiştireceksek? Bir oturup dinlenmeli, Kızılderili gibi ruhumuzu beklemeliyiz yol alırken. (İnka tapınaklarına bir gurup arkeologu götüren yerli rehber, kısa bir zamanda yolun yarılandığını fark edince oturup saatlerce kendilerinden uzakta kalan ruhlarının yetişmesini bekler ve grubu da bekletir haliyle) Tiyatro, sinema gibi değildir. Doğaçlama her daim olur. Bu anlamda da etkileyicidir. İletişim daha anlık, daha bizden, daha sıcaktır. Göz gözedir, el eldir, diz dizedir. Mutluluk odaklıysak, ruhumuzu inceltmemiz gerek. Buna ulaşmanın yolu da sergi, konser salonlarıyla birlikte tiyatro sahnelerinden geçer. Yazımızın başına dönersek… Geçim derdine düşmüşüz, ruh inceltmeye nasıl zaman ya da para ayıralım diyeceksiniz şimdi de. Yanıt, gene senin cahilliğin be kardeşim! --- Ne zaman adam oluruz… “Sihirli Eğer”i -empatiyle birlikte- hayatımızın her alanında kullandığımız zaman. ---- 11.12.2023 Namık Budak [email protected]