Hey gidi Karadeniz

Karadeniz’deyim, doğusunda, mavi ile yeşilin en koyusunda... Ağustos sonu, eylül başı; güzel bir zaman aralığı... Yağış yok, şimdilik; nem çok, her zamanki gibi… Buralara kara yolu ile gelecekseniz 15 saatlik bir yolculuğu göze almalısınız. Hava yoluyla çok pratik: Trabzon’dan ya da yeni açılan Rize-Artvin Havaalanı’ndan da gelebilirsiniz. Seferler çok sık, sanırım “Yayla Turizmi” desteklenmiş. Fıkralara konu olmuş Karadeniz halkı. Irkçılık olmasın diye Laz Fıkrası denmiyor da Karadeniz Fıkrası tabiri tercih ediliyor. Zaten kendi de fıkra gibi bir halk. Kadim. Buralarda bizlerden çok eski. Atalarımız bin yıl önce, Uzak Asya’dan Anadolu’ya geldiğinde onlar zaten buralardaydılar, hem de üç bin yıldır. Arhavili İsmail’in Destanı’ndan bildiğimiz ve kırk yıldır gözlemlediğimiz kadarıyla, “cesur, savaşçı ve inat”. Bundandır silah tutkuları, her evde en az bir silah… Fıkra gibi diyorum, örnekleyelim: Dışarıdan gelen birisi, ilçe merkezideki trafik lambalarında durur. Lamba kırmızı. Arkadan gelen biri küt diye buna bindirir ve üstelik hesap sorar: “Sen bilme yimisun, biz ha burada, kirmizi işikta durmayiruz.” Kırmızı ışıkta kimse durmazsa kimse kimseye de arkadan vurmaz. Kendi içinde tutarlı bir mantık! Yahut bir de bakmışsınız, yolda bir levha: “Bilmem ne restorantı 500 metre geride”. Tabii ki bu levhanın diğer yüzünü, karşı yönden gelen araçları yönlendirmek için 500 metre ileride yazmıştır. Arka yüzü de boş kalmasın diye değerlendirilmiştir, pratik zekâsıyla; dedik ya kendi içinde “tutarlı bir mantık”. Elektrik direğine yaslanıp ayakkabısındaki taşı çıkarmak için ayağına silkeleyen kişiyi elektrik çarptığını sanan bir başkasının, akımdan kurtarmak amacıyla, kafasına kürekle vurup öldürmesi de son örnek olsun, bu topraklardaki “kendi içinde tutarlı mantığa”. Öyle ya elektrik mi çarpsa daha mı iyi olacaktı? Temiz bir deniz, sonsuz bir sahilden bahsediyoruz; yol üzerinde sıralanmış yerleşim yerlerinde sizleri yeşille birlikte kucaklıyor. Yol kenarında yüzünüzü doğuya çevirin, açın kollarınızı her iki yana; sol avucunuzda deniz, sağda yeşil, orman, hem de yüzlerce kilometre boyunca: “Cennet”. Böyle bir güzellik boş kalır mı? Elbet başını belaya sokar insanın: Trabzon’da beton yığınları içinde kalan, ticarileşen Uzungöl, Rize’de yeni baştan yaratılan, tek tipleşen Ayder. Yeşil ile mavinin kucaklaştığı bu şirin coğrafya Arap akınına uğramış şimdilerde. Arap diyorum, genelliyorum: Umman, Yemen, Katar, Ürdün, BAE vb… sıralanabilir, Tüm Arap yarım adası turizm akınlarıyla buralarda… Memleketlerinde kum ve çölden başka bir şey göremeyen Araplar, bu dünyadaki cennetlerini bulmuşlar. Üzerlerinde rafting yapılan yüzlerce dere, onların Kevser Irmakları; fındık, kivi, portakal, mısır, ceviz, kabak ise Cennet tanımları… Dere kenarlarına, deniz manzaralı yüksekçe yerlere kulübeler, bungalov evler yapılıyor, turizm amaçlı. Yöre halkında da bacasız sanayinin nimetini “dolar” olarak kapma telaşı. Ne güzel!.. Kazan, kazan!   Buralara kadar gelmişken mutlaka “yayla turu” da yapılmalı. En meşhurunu yukarıda belirttik: Ayder Yaylası. Meraklıları için birkaçını da sıralayalım peşi sıra: Aşağı/Yukarı Kavron (buradan Kaçkar Zirvesi’ne çıkılabilir), Sal, Pokut, Elevit benim de gittiklerimden, kesiklikle tavsiye olunur. Gito, Badara, Amlakit, Hazindak, Huser, Avusor, Palakçur da “Gidilecekler Listeme” kaydettiklerim. Buralarda sohbetler: Yağış var, yağmur geliyor/gelecek, hava açık, nem var, of puf! Bu ne hava! Burası esmiyor; meyve bu sene az ya da çok, filanca erik iyi değil, falanca armut bu yıl iyi verdi; sinek, böcek, önceki yılki kelebekler geri geldi, vuvv, bu yıl battuk! İncir, yağmur gördü mü, bitti, ama buralari cennet gene… Güler yüzlü insanlar… Kendileriyle dalga geçebilecek olgunlukta bir halk; sohbetlerinde ille de “yüksek ses” şart! Sözün özü: Çıkın çıkın, gelin buralara!.. Elin Arap’ı, “Yalelli’sini” buralarda söylüyor. Bilginiz olsun… --- Ne zaman adam oluruz… Yüreğimizde yeşil bir dal saklarsak; mutlaka, şarkı söylemeye bir kuşun geleceğine inandığımız zaman. ------ 04.09.2023 Namık BUDAK [email protected]