Yerel tarım hemen şimdi

Dünya çok ciddi bir buhranın içinde. Hibrid bir 3. Dünya savaşı hemen yanı başımızda patlak verdi. NATO’nun ağır tahrikleri Rusya’yı Ukrayna’ya çekti. ABD şimdi savaşı büyütmenin ve uzatmanın peşinde. Tedarik zincirleri pandemi yüzünden zaten bozuk iken, şimdi savaş yüzünden iyiden iyiye bozuldu. Küresel ekonomi de aynı şekilde. Dolar ve donanma hakimiyetini yitiren ABD, vekalet savaşları ve ekonomik yaptırım ağırlıklı hibrid çatışma yollarıyla küresel liderliğini sürdürmeye çalışıyor. Türkiye zaten büyük bir siyasi v ekonomik krizin içinde. 1980’den beri sürdürülen neo liberal ekonomik program, AKP dönemindeki 20 yılda zirve yaptı ve bugün yerli bir tarım sektörümüz kalmadı. Kendi kendimize yeten 7 ülkeden biri olmak artık uzak bir hayal. Öyle bir durumdayız ki, gübre ithal, mazot ithal, tohum ve ilaç ithal, elektrik de büyük ölçüde ithal. Su desen, dünya iklim değişikliği pençesinde kıvranıyor. 2020’den beri içinde bulunduğumuz “Grand Solar Minimum” döngüsü ise kuraklığı kamçılıyor. Su çok kıymetli ve biz suyumuzun yüzde 80’ini tarımda vahşi sulamayla harcıyoruz. İşte bu noktada tarımın artık yerelleşmesi, bir çevreci fantezisi olmaktan çıkıp, bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in döne döne anlattığı şey artık acı ve somut bir gerçeklik. “Başka bir Tarım Mümkün” programında suyun tasarruflu kullanımı, susuz besin ve yem bitkilerinden tutun, kök hücremiz olan üreticinin desteklenmesi, üreticiye güç katan kooperatiflerin güçlendirilmesi, yerel olanın evrensel marka olarak sunulabilmesi için ne lazımsa yapılıyor. Ve yapılmalı da... Çünkü artık önümüzde sadece ultra pahalılık değil, kıtlık var. Bundan böyle, Rusya ve Ukrayna’dan buğday, ayçiçeği yağı, arpa, Kanada’dan mercimek, Çin’den sarımsak, Şili’den ceviz, Hollanda’dan peynir, ABD’den süttozu, Uruguay’dan sığır ithali yok. İran’dan koyun, Irak’tan keçi de yok. Elimizde ne varsa onu üretip, bölüşüp yiyeceğiz. Ama bu öyle, “hadi bakalım ekmedik yer bırakmayın” demekle olmuyor. Sen geçilmeyen köprüye, gidilmeyen otoyola, inilmeyen havalimanına garanti vereceksin, ama çiftçinin ürettiğine alım garantisi vermeyeceksin, o iş öyle olmuyor. Kamu destekli yerel tarım bizim için hem ekonomik, hem sağlıklı bir seçenektir. Aslında tek seçenektir. İşin bir ironik tarafı da şu; en yerel olanlar (köylüler, kasabalılar) yerelliği unutmuşken, en enternasyonel olanlar (doğasever, okumuş bilinçli kesim) yerelliği keşfediyor. Bunu ironi olmaktan çıkarıp herkese anlatmalıyız. Durum o kadar vahim ki, bugün Türkiye’de çiftçi sayısı tarihte ilk kez 500 binin altına indi. 85 milyonu bu kadar az kişi besliyor, aslında besleyemiyor. “KÜRESEL YERELLEŞME” Her konuda –çoğu kez eleştiririm - örnek aldığımız Batı’yı bu kez kesin örnek alabileceğimiz bir mevzu var. ‘Dünya Yerelleşme Günü'nden söz ediyorum. İlk kez pandemi döneminde 2020’de başladı kutlanmaya. Bu yıl 20 Haziran'da kutlanacak. Kar amacı gütmeyen ‘Yerel Gelecekler’ (Local Futures) oluşumu tarafından düzenlenen ve dünyanın dört bir yanından insanların bir araya geldiği bu yıllık toplantı, tedarik zincirlerini yerelleştirme ile doğa ve toplumla olan bağımızı yeniden kurma ihtiyacına odaklanıyor. Vurgulanan amaç, “dünya çapında yerelleşme hareketini sistemik değişim için bir güç haline getirmek”tir. İsveçli Helena Norberg-Hodge tarafından kurulan Yerel Gelecekler, yerel çiftçilerimizi ve yerel ekonomiyi öne çıkarıyor. Zor kazanılmış paralarımız, neden dünyanın bir ucundaki uluslararası şirket kasaları yerine, istihdam fırsatları sağlayan yerel işletmelere gitmesin. Ayrıca bunların genetiği değiştirilmiş ürünleri ve nişasta bazlı zehirli şekerleri, e maddeli paketli ürünleri vs. insan sağlığı için büyük bir tehlike. Küçük çiftlikler bu açıdan temel eksen olacak. Yerel pazarlar ve dağıtım ağları, kısa tedarik zincirleri, gıda egemenliği, daha çeşitli mahsul sistemleri ve daha sağlıklı besinler... Yerel ve kamusal tarım, büyük şirketlerin dünyanın öte yanındaki hissedarlarının çıkarlarından ziyade halkın gıda gereksinimlerine hizmet edecek. Ukrayna'daki savaş ve COVID kilitlenmeleri, gelecekteki şoklarla başa çıkabilecek, kısa tedarik zincirlerine dayalı yerel gıda sistemlerinin önemini fazlasıyla artırıyor. ABD ve İtalya'daki Gıda Merkezleri ve Kooperatifler raporu, küçük gıda üreticileri ve gıda dağıtımı için sürdürülebilir destek sistemleri oluşturmaya yönelik bazı ipuçları sunuyor. Rapora göre, alternatif, dayanıklı gıda modelleri ve kamu destekli tarım çok önemlidir. Yerelleştirme, yerel ekonomiler ile halkı güçlendirmeyi ve yeniden inşa etmeyi, kültürel ve biyolojik çeşitliliği geri kazanmayı içerir. Neoliberalizmde içi boş, halka dayanmayan, rakamsal hedef olan GSYİH büyümesi ve bunun getirdiği yabancılaşma, topluma bir fayda sağlamıyor. ABD’de milyonlarca dönüm tarım arazisi toplayan Bill Gates gibi tekelci mülti-milyarder küreselciler, insanlığa empoze etmek istedikleri distopik bir gelecek modeline sahipler. Dünya Ekonomik Forumu (Davos-WEF) Direktörü Klaus Schwab tarafından ortaya atılan Great Reset (Büyük Sıfırlama) bu distopyanın ayrılmaz bir parçası oldu. Great Reset, 1980’lerde herkese yutturulan zehirli elma şekeri “Liberal demokrasiden” otoriterliğe doğru bir kaymaya işaret ediyor. Büyük sıfırlama, gerçekten de kapitalizmin son oyunuyla ilgili. Onu destekleyenler, ekonomik ve sosyal sistemin, artık "kapitalizme" benzemeyen bir "yeni normal"e sıfırlanması/dönüşmesi gerektiğini anlıyorlar. Çünkü kapitalizm artık eskisi gibi sürdürülebilir olmaktan çıktı. Sermaye artık yalnızca emeği sömürerek kârlılığını sürdüremiyor. Hele ki bu yüzde 3’ün altındaki büyüme oranlarıyla bunu hiç yapamıyor. Kapitalizmde, genel kâr oranının zaman içinde düşme eğilimi vardır. Genel kar oranı 1870'lerde yüzde 43'ten 2000'lerde yüzde 17'ye geriledi. Finans kapitalin kağıt oyunları ise şişen balonun 2008 krizinde patlamasıyla sonuçlandı. İşte son 14 yıldır hem ülkemizde, hem küresel çapta yaşanan krizin arka planı burada yatıyor. Bu kapitalist yapısal kriz bizi bugün açlık ve kıtlık noktasına getirdi. Buna iklim ve savaş sebepli göçleri de eklerseniz tam bir felaket senaryosu. İşte yerelleşme, tarımın öz güçler ve kaynaklarımızla milli sınırlar içine çekilmesi bu yüzden çok önemli. Ve bu yakıcı, acil ve stratejik bir sorun artık.