Fedakar bir baba ve devrimci bir lider

Kerem Yeğinboy/Egeligazete-Bazı insanlar, lider olarak doğar ve hayatını kendi hayatından daha büyük amaçlara adarlar. Kendilerini ülkelerine ve insanlarına adarlar. Bu lider sınıfındaki insanlar dünyaya çok fazla gelmediler. Zaten gelmesi de normal olmazdı. Geldiler kalıcı değişiklikler yaptılar, izler bıraktılar ve gittiler. Halk için geriye kalan yalnızca çizdikleri yoldan ilerlemek, anlamak ve geliştirmekti. Büyük liderler her ne kadar eşitlik ve demokrasiyi savunsa da, bu yolda giderken atmaları gereken adımlar hiçbir zaman demokratik olmadı. Devrimlerin hiçbir zaman politik bir şekilde gerçekleşmesi mümkün olamadı. Liderlerin çevreleri onları anlamayan, karşı çıkan ve gelenekleri savunan insanlar ile çevriliydi. İşin politik çevresinin yanında halkı da karşılarına aldılar. Büyük devrimler gerçekleştirmek istemek cesaret, kararlılık gerektiren yalnız bir yol ve yolculuk. Devrimin gerçekleşmesi politik olarak mümkün olmadığı için liderler komutan veya asker olmak durumunda kalırlar. Bu da demokrasiyi getirmek için demokratik olmayan hoyrat ve acımasız eylemleri zorunlu kılar. Bu durumda devrimci ne kadar insancıl olsa da vicdanına dokunacak uç eylemleri de yapmak zorunda kalır. Bu yüzden dahi bir düşünürün, vizyonerin yanında devrimi gerçekleştiren birey dahi bir komutanda olmak zorundadır. Devrimcilerin karşısında dogmatik eylemler yer aldı, bu din de oldu, sistemde, cehalet de , imkansızlıklar da, güç tutkusu ve aç gözlülükte. DEVRİMCİNİN YOLU Bu özellikleri taşıyan liderlerin bu yolda insanlığını, fikirleri ve vicdanını koruması da devrimin ayrı bir zorluğu. Bu yüzden devrimciler yalnız, yorgun ve üzgün olurlar. Güce, bencilliğe ve aç gözlülüğe yenik düşmeyecek bir karaktere sahip olmaları onları bir diktatörden ayıran en önemli çizgidir. Davalarını eşitlik ve özgürlük gibi değer kavramlarından sapmayarak kendilerinin üzerinde tutarlar. Dünya tarihine sayılı gelmiş devrimcilerden biri de benim doğduğum ülkenin topraklarında yaşadı ve doğduğum ülkeyi çağdaş, demokratik ve eşitlikçi bir konuma getirdi. Böyle bir insanın liderliğini benimsemiş olmak, bu kadar güçlü bir rol modelini benimsemek bile insana özgüven veriyor. Her büyük devrimci lider gibi Atatürk’te ülkesini çocuğu gibi sevdi, yetiştirdi ve onlara doğru yolu göstererek özgüven verdi. Halkını kendi devrimlerinden bile ileriye gidebileceğine, onlar da bu kudretin olduğuna inandırdı. Halkına ırkının ve insanlıklarının kıymetli olduğunu, her canlının eşit değerde olduğunu ve varlıklarının düşündüklerinden daha da ileriye gidebilecek potansiyele sahip olduğunu söyledi ve bunu hak ettiklerini savundu. Liderler hayatlarını halkın kalkınmasına harcadılar, bunu içlerinden geldikleri için yaptılar. Kararlılıklarından dolayı, bunu bir görev gibi hayatları pahasına benimsediler. Kendilerinden daha yüce bir dava için hayatlarını feda ettiler. Halkının tek sorumluluğu onları anlamak, saymak, yaşatmak, benimsemek ve davalarını liderin benimsediği değerlere sahip çıkarak geliştirmekti. FEDAKAR BİR BABA Devrimciler varlıklı ve eğitimli ülkelerde de yer aldı, varlıksız ve eğitimsiz ülkelerde de. Kuşatma altında, açlık içinde batmış devletlerde de, iç savaşın eşiğinde olan adaletsiz sistemlerde de. En zoru da varlıksız ve eğitimsiz bir ülkede, dine ve saltanata dayalı özgürlükler, demokrasinin ve eşitliğin olmadığı batmış bir sistemde, aç kalmış, yetişmemiş haksız kalmış halkın kalkınmasını ve hak kazanmasını sağlamaya çalışmaktı. Atatürk o dönemde, en zorlu koşullarda idealleri ile tek başına bunu başardı. Halk, Atatürk’ün vizyonu, idealleri ve yapmak zorunda olduklarını o dönem için anlamamış olsa da, onun milletine ve vatanını olan sevgisini, insancıl ve özgürlükçü görüsünü anladılar ve benimsediler. Onlara kendince hak, hukuk, değer ve özgüven vermeye çalıştığını anladılar. Onun hayatını bu davalara adadığını anlayarak, onu bir baba gibi sevdiler. Bu yüzden soyadı kanunun kabul gördüğünde soy isminin Baba – Türk yani Atatürk olmasını laik gördüler. BİTMEYEN YAS SÜRECİ Atatürk’ün hiçbir zaman düzenli bir ailesi olmadı, farklı sınıflardan çocukları evlat edindi ve halkını çocuğu ve ailesi yaptı. Olmayan çocuğu yerine halkı ve temsilcilerini koydu, onları idealleri doğrultusunda, elinin üstünde tutarak, kendinden öne tutarak fedakarca, içinden geldiği gibi yetiştirdi. Eşitlikçi, hür ve demokratik sistem onun en büyük eseri ve mirasıydı. Cumhuriyet onun başyapıtıydı. Cumhuriyetin 100. Yılına geldik. Peki biz bunca devrimin üzerine Atatürk’ün hisleri ve vizyonu doğrultusunda onu memnun edecek bir devrim gerçekleştirebildik mi? Bu mirasın değerini bildik, ama kendi değerimizi bilebildik mi? Yoksa hep bize değerli olduğumuzu ve daha fazlasına laik olduğumuzu söyleyecek bir babaya mı ihtiyaç duyduk? Kendi ayakları üzerinde durabilen yetişkin bireyler haline gelebildik mi? Ne yazık ki çocukluktan sonra kendine güveni olmayan, kendi değerini bilemeyen yetişkinler olarak kaldık ve kaybettiğimiz babamızın acısını hep yüreğimizde taşıdık ve hiçbir zaman bu acıyı bastıramadık. Atatürk’ün de bildiği gibi Türk milleti duygusal, hassas ve naif bir ırktır. Artık bir baba aramıyoruz çünkü yeni bir baba olmayacağını biliyoruz. İlerlemenin tek yolu, onu anlamak, yaşatmak ve en zoru idealleri doğrultusunda adım atmak. Özgürlüğün ve eşitliğin en zor yollarını Atatürk devrimleri ile aşarak bize bıraktı. Bize kalan sorumluk yalnızca anlamak, yaşatmak ve ilerletmek. Umarım Türk halkı 2.yüzyılda kendini değerli ve haklı görür. Baba Türk’ü yaşatacak ve anlayacak gücü kendinde bulur ve kurulan demokrasi içinde onu yüceltir, yaşatır ve geliştirir. Atatürk’ün de çocuklarına dediği gibi “Ne mutlu Türk’üm diyene”.
Kerem Yeğinboy