Amadeus

Kerem Yeğinboy/Egeligazete-1979’de Peter Schaffer’ın yazdığı Amadeus tiyatro oyunundan uyarlanan birçok  sahne eseri  ve film yapıldı. Bunlardan en ünlüsü 1984’te 8 Oscar ödülü kazanan Amadeus filmiydi. Kimileri Mozart ve Salieri’nin arkadaş olduğunu, kimileri düşman olduğunu, kimileri Mozart’ın frengi den 35 yaşında hayatını kaybettiğini, kimileri de Salieri tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü yazdı. Fakat gerçek şu ki Peter Schaffer, senaryosunda çok daha etkileyici bir bakış açısı ile konuyu ele aldı. Kıskançlık ve hırsın insanı nerelere kadar götürebileceğini gösterdi. Ülkemizde yıllardır birçok ödül almış olan ve kapalı gişe oynayan başarılı oyunun yönetmeni, Hamlet’in 6 saatlik tam versiyonu dahil belki de en zorlu yazılmış tiyatro oyunlarını hayata geçirmesi ile ünlü olan isim Işıl Kasapoğlu. Işıl Kasapoğlu, konuyu karakter ve diyalog derinlikleri ile sunmasından ziyade, klasik oyunlarda orijinal senaryoya olan bağlılığı ile de biliniyor. Senaryo, oyunculuk ve diyalog seçimlerine verdiği önemi daha önce sergilediği Shakespeare oyunlarından ve kurucularından olduğu Semaver Kumpanya’da sergilenen klasik oyunlarından da aşinayız.   Olgunluk yılları ve ölümü Oyun işleyiş ve sunum açısından Schaffer’ın orijinal senaryosuna tamamen sadık kalmış. Hikaye tamamen Salieri’nin görüleri ve iç sesleri üzerine kurulu bir şekilde hızlıca işlemekte. Oyun, Amadeus’’un saraya ilk adımını atması, Salieri ile olan rekabetleri, fakirlik zamanları ve ölümüne kadar gidiyor. Hikayenin işleyişinin ana hatları ile sade ve hızlı olması, komplike olabilecek bir hikayeyi oldukça rahat anlaşılabilir bir hale getiriyor. Özellikle Amadeus rolleri orijinal senaryo da olduğu gibi deli, zampara, hayat dolu ve savruk bir karakter. Benim için Amadeus karakterinde önemli olan deliliğinin nasıl yansıtıldığıydı. Özellikle Tansu Biçer’in Amadeus’un deliliğini Avrupa’daki çoğu tiyatro oyununda sergilenen abartılı performanslardan uzak, çocuksu, naif ve hiperaktif bir insan olarak göstermesi bana daha samimi ve etkileyici geldi. Amedeus’u çoğu zaman küstahlığının farkında olmayan, saray resmiyetine uyumsuz, baba sorunları olan büyümemiş bir adam olarak yansıtmış Tansu. Tansu Biçer, Semaver Kumpanya’nın eski oyuncularından biri olarak Işıl Kasapoğlu ile uzun zamandır beraber çalışmakta. Tansu’nun performansı senaryo ve oyuna kesinlikle gerçeklik ve derinlik katıyor. Selçuk Yöntem’in Salieri rolüne çok yakıştığını ve performansının da gayet iyi olduğunu söyleyebilirim. Selçuk Yöntem Salieri’nin kıskançlığını ve Mozart’ı takıntı haline getirerek yavaş yavaş oluşturduğu nefreti, betimlemeleri ve vurguları ile çok iyi yansıtıyor.  Kıskançlık ve Tanrı kompleksi Benim için burada önemli olan diyaloglarının seçimi ve sunumuydu, ki bu konuda da Işıl Kasapoğlu’nun oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Salieri ve Mozart’ın tanrı kompleksi, 18.yüzyıl saray halkının ve burjuvalarının bir dâhiyi anlayacak derinliğe sahip olmaması, delilik ve deha arasındaki ince çizgi, yetersizlik ve kıskançlık hislerinin bir insanı ne kadar düşürebileceği titizlikle işlenmiş. Özellikle Selçuk Yöntem, Salieri’nin kıskançlığının ardındaki vicdan azabını çok başarılı bir şekilde yansıtmış. Salieri’nin iç ses diyaloglarındaki betimlemeler ve derinlik, oyunu bir sanatçının iç dünyasına çekmeyi başarıyor. Her şeyin farkında olmasına rağmen hırsı ve açgözlülüğü yüzünden kıskançlığın pençesine düşen sanatçı, aslında hayran olduğu bir insanı öldürmek istiyor. Bunun sebebi de saray tarafından 18. Yüzyılın en büyük bestecisi olarak ithaf edilmesi ve bununla beraber gelen parlak kariyeri, egosu ve kompleksleri. Saray halkının günümüzde bile çoğu insanın anlamakta zorlandığı bir müziği anlayamaması aslında çok da anormal bir durum değil bence. Sarayın istediği müziğin şu anda lüks restoranlarımızda çalan müzik olarak düşünecek olursak, insanların düşünmekte ziyade rahatlamak için müzik dinlemeye ihtiyaç duyduğunu söyleyebiliriz. Yönetmenin başarısı Bu 18.yüzyılda geçen olumsuz sanatçı derinliği ve sanatçı senaryosu bana aslında günümüzü hatırlatıyor. Derinliği olan alternatif işler her zaman genel tarafından kabul görmek ve anlaşılmakta zorlanmıştır. Ki ben klasik müziğin anlaşılmasının özellikle günümüz için oldukça uç bir nokta olarak görüyorum. Ki 18.yüzyılda Avusturya’nın kalbinde klasik müziğin dünyada en meşhur olduğu dönemde, bu tarz dâhilerin çıkmış olması da insanı düşündürüyor. Klasik müzik gibi zorlu bir müzik türünde parlayan dâhiler günümüzde acaba nasıl parlamaktalar? Sonuç olarak Işıl Kasapoğlu, yazarın olayları ele alış şeklini iyi kavrayan, olay örgüsü ve diyalogların derinliğine girebilen ve oyunculuğa dikkat eden çok iyi bir yönetmen. Klasik oyunlar işlenmesi en zor olan senaryolardır. Amadeus’un da işleyiş şekline göre derinliği ve zorluğu olan bir senaryo olduğunu söyleyebilirim. Işıl Kasapoğlu doğru seçimleri ve anlayışı ile bu senaryonun altında izleyiciyi zorlamayacak bir sunum ile kalkmayı başarmış. Kendisi tebrik ediyorum, Amadeus oyununu bütün tiyatro sevenlere öneriyorum.