Barbie

Kerem Yeğinboy/Egeligazete-Barbie, sinema tarihinin en çok izlenen filmlerinden biri oldu. Peki neden? Altında yatan felsefik göndermelerinden dolayı mı? Bu film feminist bir manifesto mu yoksa o düzeye gelebilecek derinlikte değil mi? Barbie filmi erkek egosunun çocukluğu üzerine kurulmuş, kadının da anaçlığı üzerine bir felsefeyi işlemekte. Erkek aslında özünde ağlayan, oyun oynamak isteyen ufak bir çocuk, kadınlar ise daha olgun olan ve onları idare eden anaç ve daha olgun canlılar. Aslında bunun doğru olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Bildiğimiz üzere normal üzeri testesteron dahil farklı hormonların salgılandığı ergenlik dönemi normal şartlarda erkeklerde 5 sene kadar sürerken kadınlar da yalnızca 3 sene sürmekte. Erkekler daha geç yaşta ergenliğe girerken normal şartlarda kadınlar çok daha erken yaşta ergenliği tamamlayıp erişkinliğe ve yetişkinliğe geçiyor. Bunun yanında büyüklük sanrıları içinde gidip gelen çocukça gösterilen erkek egosu ve testesterondan arınmış ve totaliter düzene uygun olgunlukta düşünebilen kadınlar var. Bu durum bana biraz Ursula La Guin’in “Mülksüzler” romanını hatta fantastik edebiyatta Unutulmuş Diyarlar evrenin de yer alan R.A Salvatore’un yarattığı “Drizzt Do’Urden ve Maceraları”nı hatırlattı. Kadınların iktidarda olduğu bir düzen, suç sayısı ve savaşların insanlık tarihinde görülmüş en minimum düzeye indirgenmesi. Savaşların ardındaki gerçeğin erkeklerin ait oluşmamış kompleks ve erişmemiş ego arayışı olması. Barbie filmi aslında bunların hepsini bir paket halinde sunuyor ve oldukça basit bir dilde anlatmaya çalışıyor, çeşitli metaforlar ile. Belki de film bu yüzden 1 milyar dolar hasılatı geçerek tarihin en çok seyredilen filmlerinde biri haline geldi. Neden beğeniyoruz? Buradaki ilginç olan ata-erkil toplumda bunların hiçbirinin farkında olmadan, sorgulamadan, rahatsız olmadan yaşıyor olmamız. Bunların farkında değilsek veya bu tarz felsefik görüşleri aptalca buluyorsak, neden gidip, izleyip, beğenip onaylıyoruz? Belki de bilinçaltında gerçeklerin farkındayız ama yüzeye çıkarmaktan korkuyoruz... Aslında çok derin işlenebilecek felsefeleri, yüzeysel bir anlatım ile basite indirgediği için filmin özellikle senaryosunu çok beğendim. Belki de bir erkek olarak hepimiz, erişmemizi engelleyen, basit hormonları ve ufak komplekslerin kurbanıyızdır. Zarar vererek elde etmeye çalıştığımız büyüklük kompleksi peşinde koşan yüzeysel varlıklarızdır. Bir günah çıkarma Filmin en büyük ironisi Barbie gibi yüzyılın en yüzeysel ve belki kapitalizm yancısı zararlı figürlerinden birini bu denli derin bir senaryoya oturtmaktı. Özellikle gelişim ve öğrenme çağındaki çocukları yeni mükemmel algısı ve tüketim yancılığına alıştıran Barbie’nin belki de bu film bir günah çıkarmasıydı. Ben bu filmi daha çok bir özür niteliğinde seyrettim, fakat filmin başarısı ile Barbie bebeklerinin yeni yüzyılı tekrar patlamış oldu ve satışları yüzyılın rekorunu kırdı. Bu da ne yazık ki filmin özrünü kabahatinden büyük yapmaya yetiyor. 0-6 yaşındaki büyük çocukluk travması   Kısacası Barbie felsefik alt yapısından dolayı güzel ve yararlı bir film olsa bile oyuncakları tekrar 0-6 yaşındaki çocuklarımız ile buluşturarak özrünü kabahatinden büyük yapmış oldu. İnsanların düşünmeye, sorgulamaya ve öğrenmeye ihtiyacı var. Bu yüzden 1 milyar dolarlık izlenmeyi geçmesine sevindim. Ama bu bebeklerin erişkin ve yetişkin hayatımızdaki kimliğimiz ve seçeneklerimizi dahi aslında etkilediğini de unutmamak lazım. Umarım hayatımız boyunca Barbie ve Ken’i rol modeli almadığımız bir dünyada yaşarız ve bu tarz manipülasyonlara maruz kalmayız. Barbie güzel, fakat genel olarak oldukça tehlikeli ve zararlı bir figür olarak hayatımızda yer almaya filmden sonra da var gücüyle devam ediyor.
Kerem Yeğinboy