Mübadelenin 99. yılı

30 Ocak’ta , Bursa Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Sayın Ali Korkut’un “Mudanya'da  yapılacak olan  mübadiller anısına denize karanfil bırakma töreninin” kısa mesajı geldiğinde yoldayım, Susurluk civarında. Ayvalık Belediyesi'nin düzenlediği Profesör Doktor Kemal Arı Hocamızın peşinde, yollardayız. Mübadeleyi anlatan Hocamızın sunum yaptığı bu panel, bize çok şey katıyor.  Aynı gün akşam da İzmir'de bir konferansı var, onu takip edip ediyor, İzmir'de bilgilerimizi katmerleştiriyoruz. İki de imzalı kitabını satın alıyoruz. Üretken bir akademisyen. 25 civarında kitabı var. Ocak ayının sonlarında “mübadeleyi” anma etkinlikleri ülkenin dört bir yanında tüm hızıyla devam ediyor. İki gün önce Bursa Lozan Mübadilleri Derneği’nin Görükle Rıza Aga Kahvesi’nde güzel bir sunuma ve söyleşiye katılıp bilgilenme fırsatı bulduk. Bu fırsatla çocukluk arkadaşım Hasan Tokmak ve gençlerden Aslı ve Aylin’le mübadeleyi, Görükle’yi ve ülkemizi konuştuk, dertleştik kısaca. Yaklaşık 100 yıl önce babalarımız, dedelerimiz suyun öte yanından buralara göçtü, her şeyini bırakarak, gemilere yükleyebildiği birkaç koyun, keçi; taşıyabildiği yatak, yorgan ile… Buralarda iskân edinebilme yollarını aradı. Buralara yerleşme öyle kolay da olmadı hani. Bu yazımda bu sıkıntılara değinmek istiyorum biraz. Doğru bildiğimiz yanlışlardan bahsetmek istiyorum. 30 Ocak Lozan Anlaşması’nın yıldönümünde suyun her iki yakasındaki halkların birbirleriyle kaynaşması adına etkinlikler düzenleniyor, şenlik havasında geçiyor, bu süreç. Böyle de olmalı elbet. Ancak 1922 yılına dönüp o günlerden bahsetmek de yararlı olacaktır. Tarihimizi, yaşadıklarımızı bilelim, 3., 4. ve daha sonra gelecek mübadil torunlarına bunları aktaralım. Biraz da ezber bozalım yani. “Mübadele” sadece Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleşmiştir öncelikle ve dünyada başka bir benzeri yoktur. Yani elbette ülkemize Bulgaristan, Yugoslavya, Arnavutluk vb. ülkelerden de göçenler oldu; ama onlar mübadil değil, göçmendir. Bizler yani Yunanistan’dan Lozan’ın hemen öncesinde ve akabinde gelenler, mübadiliz. Bunu altını çizelim öncelikle. Ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal’in (Atatürk soyadını sonradan alacaktır) liderliği ve dehasıyla bu kadim toprakları düşmandan temizlenmesi sürecinde Anadolu’dan kaçan Ortodoks Rumlar ve bozguna uğrayan Yunan askerleri Yunanistan’a sığınırlar; asker kaçakları dağlarda saklanarak, Rumlar da Yunanistan’da, şehirlerde, kasabalarda barınacak yer arayarak. Yani daha “mübadele” ortada yokken de facto (fiili) bir mübadele başlamıştır. Buralarda yaşayan Türk halkına çeşitli sebeplerle sıkıntılar yaşattıklarını; onları, evlerini terk etmeye zorladıklarını da ilave etmeliyiz. AÇLIĞA SEFALETE İTİLEN TÜRKLER Daha “mübadele” ortada yok. Kurtuluş Savaşı sürecinde gelen Rumlar ve kaçak askerlerin tacizinden kaçıp kurtulmak isteyen, Yunanistan liman kentlerinde bir-bir buçuk yıl gemiler gelecek, bizi Türkiye’ye götürecek diye bekleyen Müslüman Türkler… Bunun soğuğu, kışı, kıyameti, beslenmesi, sağlık sorunları da cabası. Ah keşke vapurlar gelse de gitseler; ama o kadar kolay değil. Yunan Hükûmeti’nde çatırdamalar, bakanların asılması, % 2000’e varan enflasyon, limandaki atalarımızı sefalete, açlığa, sağlıksız koşullarda derme çatma barakalarda yaşamaya itmiştir. Yanlış bilinen bir başka husus: Gülcemal Vapuru. Bütün mübadiller atalarının, dedelerinin, babalarının bu vapurla Türkiye’ye geldiğini bilirler. Oysa Gülcemal, dağıtım yapan vapurdur. Yani diğer vapurlar Yunanistan limanlarından aldıkları mübadilleri karantina Limalarına (Tuzla, İzmir, Mersin) getiriyordu. 10-15 günlük karantinadan sonra Gülcemal iskân limanlarına dağıtıyordu atalarımızı. Son olarak da iskânda mal dağılımdaki sıkıntılardan bahsedelim: Suyun öte yanında bıraktığımız mallar, taşınmazlar karşılığında buradan alacaktık. Elbet kâğıt üzerinde bu kolaydı. Gerek barınacak sağlam ev bulamamamız, gerek de dağıtılacak tarla, zeytinlik, dutluk vb. -ne kadar titiz davranılmaya çalışılsa da- hakkıyla gerçekleşememiştir. Suyun başındakiler, kötü niyetli yerel yöneticiler suyu kendine çevirmişlerdir maalesef. Oralarda bıraktığımız kadar taşımaza sahip olamadık buralarda, sonuç olarak. Burada sıfırdan başlayarak hayata yeniden başladı atalarımız, şimdi bizler 2. 3., hatta 4. nesil mübadiller olarak ülkemizin aydınlatılması yolunda katkıda bulunmaya devam ediyoruz, yüzümüz batıya dönük. Elbette suyun iki yakasındaki halklar kardeştir, gün itibarıyla; ancak kış geçebilir de yediğimiz ayazı unutmayalım. Son söz: Atatürk'ün izinden gidip Atatürk gibi aydınlığa yüzümüzü dönerek haykırmalıyız:  “Yurtta barış, dünyada barış!”