‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ dersinden sınıfta kaldık…

Ülkemiz derin bir üzüntü yaşıyor… Merkez üssü Kahramanmaraş olan ve 10 ilimizi kapsayan büyüklüğü 7.7 ve 7.6 şiddetinde art arda iki ayrı depremde, sadece o illerimizdeki insanlarımız değil  hepimiz enkaz altında kaldık… Acımız tarifsiz… On binlerce insanımız, ölüm korkusuyla yardım beklerken, aynı yürek çarpıntısı içinde elimizi boşluğa uzatıyoruz. Umut olabilelim diye… Çaresizliği televizyonda izleyince kuş olup uçmak istiyoruz yanlarına, o ağır kolonları kaldırıp, ölüme direnen vatandaşlarımızın elinden tutmayı çok istiyoruz… Ancak gerçeklerle yüzleşince, gözyaşlarımız içine içine akıyor. İşte o zaman “toplumsal yüzleşme” yüreğimize oturuyor. **** Acı ama gerçek... Her deprem bir kez daha, toplum olarak ne kadar günübirlik, ne kadar işbirlikçi, ne kadar ucuz yaşadığımızı ortaya koyuyor. Her yıkım, suratımıza yediğimiz sert bir tokat gibi... Şiddeti acıtıyor, yüreklerimizi titretiyor. Merkez üssü Kahramanmaraş olan ve şu an için 14 bin insanımızın can verdiği depremde, can kaybı sayısının daha yüksek olduğu korkunç bir gerçek… *** Bunları daha önce de yaşadık... Bu yüzden her deprem sanki yeni bir dersin sayfalarını açıyor. Yüreklerimizi yaralayan her ölüm, aslında ne kadar hesapsız, ne kadar bencil, ne kadar kaderci bir toplum yapısına sahip olduğumuzu da gözler önüne seriyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın her doğal afette savunduğu gibi, hepsi bir kader planı… Oysa akıl var, nizan var. Deprem riskiyle yaşayan onca ülke ve aldıkları önlemler varken, insanlarına sundukları konfor varken, bu kader planı neden Türkiye’ye yazılıyor diye soruyor insan… **** Sorarım size ihmalin neresi kader? Türkiye’nin deprem haritasında kalın kalın çizildiği halde, değil 10 katlı bina, iki katlı evlerin imarının bile tehlikeli olduğu bölgelere çok katlı imar izni vermek mi kader? Paraya sıkışınca, müteahhitler sıkıştırınca “imar affı” çıkarıp denetimsiz yapıların artmasına yol açmak mı kader? Denetim yetkisini inşaat mühendisleri odalarından alarak, denetim şirketleri kurup onları başıboş bırakmak mı kader? Deprem uzmanlarının onca uyarılarına karşın, bunu dikkate almamak, gerekli hazırlıkları yapmamak, deprem olduğunda müdahalede geç kalmak mı kader? Bu gibi felaketlerde yardıma koşan Türk insanının maddi bağışlarını, belediyelerin yağdırdığı teknik yardımları tek kalemde toplamak uğruna zaman kaybettiren zihniyetin beceriksizliği mi kader? Müteahhitleri zengin etmek uğruna Türkiye’yi beton bloklara boğmak mı kader? Üstelik fütursuzca… 1999 Düzce depreminde, dönemin hükümetini sorumsuz davranmakla, geç müdahale etmekle, insanlarını enkaz altında bırakmakla suçlayan bugünkü yönetim zihniyetinin, aynı hatalara düşmesi, bugün yapılan eleştirilere tahammül bile edememesi, sosyal medyayı susturması mı kader? Ki o sosyal medya olmasaydı, binlerce cana ulaşmak mümkün olmayacaktı… Bilinsin ki yapılan ihmali, yaşanan gerçekleri ‘Kader planı’ diye geçiştirmek, insanların aklıyla oynamaktır… *** Ortaya çıkan bir gerçek var, her afet insanlığımızı sınadığı halde, biz yine ders almıyoruz. Toplumsal öğretmenimiz Şeyh Edebali’nin felsefesi “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” dersinden sınıfta kalıyoruz. Notumuz böyle olunca toplumun yüreğine “ahlaksızlık” yerleşir, tablo gelecekte daha da ağır olur, bu tartışılmaz… *** Yine “ her imar affında” olanlara ses çıkarmayıp, fırsatçıların yarattığı imar cinayetlerine seyirci kalacağız nasılsa... Yine yıkılma riski olan binalarda, bazıları öğrenci barındıracak, kiraya verecek nasılsa… Yine, onca uyarıya karşın binalar, "perde betonsuz" inşa edilecek, "Amaan benden sonra tufan... Ben alacağım paraya bakarım, zenginliğime zenginlik katarım" diye böbürlenen müteahhitlerin zihniyetine üç kuruş uğruna ortak olunacak şerefsizce... (Kahramanmaraş depreminde, deprem yönetmeliğine uygun yeni binaların dahi yerle yeksan olduğunu görünce, bu şerefsizliğin ne kadar yaygın olduğu apaçık ortaya çıkıyor.) Buna rağmen yine, denetimlerini iyi yapmayan belediyelerden hesap sormayıp, üstelik işini doğru yapanlara da "niye bu kadar inceliyorlar, versinler artık oturma raporunu" diye isyan edeceğiz nasılsa… Ve yine hayatımızı, yaşadığımız mekanın güvenliğini sorgulamayacak, sigorta ettirmemek için beş takla atacak, başımıza bir felaket gelince de "Nerede devlet" diye isyan edeceğiz nasılsa… *** Sözün özü toplumsal bilince ulaşmadığımız sürece, yine her deprem aynı acıyı yaşayacak, yine yüreklerimizi kanatacağız. Hesap sormadan, günü gün ederek, yarını planlamadan... Yapılan yanlışlardan hesap sormadığımız sürece, değişmeye de yanaşmayacağız. Orada, yıkıntıların altında kalan, hayatını kaybeden, derin yaralarıyla yaşam mücadelesi veren insanların, yaşadığı onca acıdan ders almadığımız sürece, kara bulutlar ülkemin semalarından çekilmeyecek. Bugün Kahramanmaraş çevresinde, yarın başka bir yerde.. Geleceğimiz enkaz altında kalacak, üstümüze başka milletler gelip yerleşecek. Dilerim bu ihmal faciası, Kahramanmaraş’ta son olur. Dilerim bir gün, insanca yaşamayı, insana saygı duymayı, siyasetçiden, sorumlulardan hesap sormayı “patron benim” demeyi öğreniriz. İşte o zaman huzur içinde, korkusuz yaşarız. Unutmayın, bir elin nesi var, iki elin sesi var… Son söz: Enkaz altına kalan insanlarımızı hayata döndürmek için olağanüstü çaba gösteren, elini umuda uzatan, bir arkeolog titizliğinde toprağı kazıyan, çoğu zaman yerlerinde olmak istediğimiz yerli ve yabancı arama-kurtarma ekiplerinin her bir ferdine, askerimize, jandarmamıza, polisimize, fedakar vatandaşlarımıza minnettarız. Televizyonlarda, gazetelerde, internet haber sitelerinde görev yapan, depremzedelerin sesi olan, umudu olan gazetecilere de yürekten teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.
Hürol Dağdelen [email protected]