1920’den 2020’ye mesajlar(1)

   Yeni yıl 2020. Hoş gelmiş gelmesine de, biz "gelmesin" deseydik ne olurdu bilemem. Ama yıllar yaşandıkça ve yeni bir numara eklenince yıla, galiba o "milli unutkanlık" hastalığımız da artıyor. Büyük şair Mehmet Akif yazmıştı "ders alınsaydı tekerrür eder miydi tarih" diye.   2020 önemli aslında, çok önemli. Siz bakmayın güya herkesin "2023'e" odaklandığına. 2023 Cumhuriyet'imizin yüzüncü yılı ama, Cumhuriyet'e akşam yatıp sabah vasıl olmadık ki. Unuttuğumuz da bu. Doğum günlerini, sevgililer gününü, anneler, babalar gününü falan hatırlıyoruz da, dünden bugüne yaşamlarımıza damga vuran öz günlerimizi hatırlamıyoruz. Dayatılan günlerin "kapitalist" içeriği, bizi birbirimize hediye almaya itiyor. Oysa 23 Nisan'da, 29 Ekim'de biz İzmirlilerin 9 Eylül'ünde hediye var mı? Siz hiç duydunuz mu sevgilisine, çocuğuna, eşine, annesine, babasına "Cumhuriyet Bayramın kutlu olsun" diye hediye alanı? Fakat hatırlamak lazım. Buna zorunluyuz. "İyiyi" hatırlayacağız ki devamı gelsin, kötüyü hatırlayacağız ki tekrarlanmasın, değil mi?   *** 1920 çok önemli çok. Anlatacağım şimdi size ucundan ve de sıkmadan. Zira, 1920 de 365 günden oluşan bir yıl. 12 ayı, 52 haftası var. 1920'de de insanlar hayat kavgası veriyordu her yerde. 1920'de de sıkıntılar çoktu. Ama biz Türkiye yurttaşları ve özelde İzmirliler için 1920, karanlığın hafiften aydınlığa dönmeye başladığı yıldır. 2023'de yüzüncü yılı muhteşem kutlayacağız belki de. 1919, 1920, 1921, 1922 hatırlanmazsa, ders çıkarılmazsa 1923 anlaşılabilir mi? Değerine gerçekten vâkıf olabilir miyiz? Başta devlet olmak üzere belediyeler, sivil toplum ve sermaye örgütleri "yüzüncü yılları" bir bütün olarak ele almazsa sonuç ne olabilir ki? Şimdilerde muazzam bir tarih bozgunculuğu yapılıyor, doğruların yerine uydurma bir yığın boş bilgi konuluyor. Garip bir şekilde "büyük resim" yok sayılıp o resimdeki önemsiz ayrıntılar, önemliymiş gibi dayatılıyor. Büyük emperyalizmin kuklası Arapların düzmece inançları, o yoz şeyh ve kral yaşantıları, dinin temelindeki güzellik yerine, uydurma ve otoriter bir saçmalık yerleştirilmeye çalışılıyor. Oysa 1920, Anadolu'nun ebedi özgürleşmesi adımıdır. Millet Meclisi'mizin açılış yılı oldupu kadar, Sevr denen paçavranın baskıyla, işgalle, şiddetle uygulanmaya çalışıldığı yıldır. 1920'de işgal vardır ülkemizde. O işgale karşı tutuşturulan bağımsızlık ateşinin yayılma mücadelesi vardır.   ***   Sevr denen paçavranın, içerideki satılmış işbirlikçilerle Anadolu'nun sömürülmesi amacı vardır. Ki o sömürgecilik Osmanlı'nın son iki yüz yılında artarak yaygınlaşmış, asayişten ekonomiye her bizim olan, zaten yabancıların eline geçmişti. Düyun-u Umumiye denen kanlı örgütün, Türkiye halkının bireysel ekonomik özgürlüklerini hatta yaşam haklarını bile yok saydığını, söylenen türkülerden bile anlayabiliyoruz. (Bitez yalısını ve Halil'i hatırlayın)  Reji İdaresi kolcularının, müslüman, ortodoks ayırmadan, ürettiğinden bir miktar kendisine sakladığı için hunharca katlettiği köylüleri de unuttuk mesela. Örneğin İzmir'in, Aydın'ın köylerinde köylüler, kolcularca katledilirken, Levant kültürün "efendilerinin" İzmir'de "aracılıktan" kazandıklarıyla düzenledikleri "Sporting Klüp" balolarını da unuttuk. İzmir'in "yukarı mahallesindeki" makus ve mahrum hayatın içinde, öz vatanlarını işgal edenleri seyretmek zorunda kalan insanlarımızın, hastalık, cehalet ve sefalet nedenlerini, kıyılardaki şuh kahkahalarda aramamız lazımdı ama aramadık. Yukarılar hala makus sefaleti" yaşıyor kıyılar ise "bildiğimiz gibi"! Yıllar önce Ziya Paşa ne yazmışsa o yani: "Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm. Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm." 1920 Türkiyesi 1920 İzmir'i buydu işte! (Gelecek yazılarda bu konuyu açacağım, söz) 1920'den tam yüz yıl sonra 2020'nin ilk gününde yazıyorum bu satırları. 2023'e üç yıl daha var ama ortalıkta ne hazindir ki  1919, 1920, 1921 ve 1922 "farkıdalığı" yok! Tuhaftır, bize 1920 acılarını yaşatan bilinen bilinmeyen ne kadar emperyal rezillik varsa ortada, yaşamızda, hissediyorum. Hatta görüyorum, yaşıyorum. Saçma sapan uydurmalarla da, temelsiz bir sahte şuur içindeyiz. Ve ne yazık ki bir zamanlar kadim kent olan İzmir'i, işgal edip ele geçiremeyenlerin 1922'deki yok edişlerinin de "farkında" olamadık. "Bir arada" yaşama muhteşemliğini beceren bir imparatorluğun, önce ekonomik çöküşünü hazırlayan "sahte dostlar", sonra da o "birlikte" insanca yaşayan halkları birbirine düşman ettiler. Amerikan, İngiliz ve Alman "oyunları" bir gün mutlaka açığa çıkacak ama, boşa akan zaman da hepimizin aleyhine oluyor. 1920 işgaldir ülkemizde. Neredeyse bir yıldır da bu işgal sürmektedir. İzmir'in 1919'un Mayıs ayında işgaliyle, Anadolu'da büyük tepki, kendini hissettirmeye de başlamıştır artık. Mustafa Kemal Paşa bir umut olmuş, görüşmelerini, kongrelerini yapmış, direnişin kenti de Ankara olmuştur artık. Şimdi sadece plan, strateji ve amacın belirlenmesi ve bu amaç etrafında ulusun kenetlenmesi gerekmektedir. İşgale sessiz kalamaz yürekli Anadolu.  Örneğin  13 Ocak 1920 Salı günü, İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda 150 bin yürek, emperyalist işgale "hayır" demişti. 1920 Ocak ayı diyorum size. Hani o mitinge katılanların   *** 13 Ocak 2020'deki "hatırlanmaları"? Hiç olmadı ki? Oysa o "hayır" yankılanmıştı Anadolu'nun her yerinde. 1920'nin Ocak ayı, Osmanlı'nın son Meclis-i Mebusan'ın da tarihselliğine vurgu yapar. Mondros'a rağmen Osmanlı açar Meclisi'ni. 14 Ocak 1920'de de Mustafa Kemal Paşa, Meclis-i Mebusan’ın açılışını kutlar. Ama o koca imparatorluğun son meclisi 28 Ocak 1920 Çarşamba günü, tarihe karışmadan son ve en kutsal kararını haykırır. Osmanlı Mebusan Meclisi o kutsal Çarşamba günü, gizli oturumunda Misak-ı Milli'yi kabul ederken, işgalcilerle işbirlikçilerine de belki 1923'ün işaretini verir: "Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür bölünemez! Öyle bir haykırış, öyle bir inançtır ki bu, işgalciler ve efendileri tabii ki yerli işbirlikçileri de paniğe kapılır. "Türkler çıldırmış olmalıdır" gibisinden şaşkına düşerler. İçerideki satılık hainler de "ne yani kafa mı tutacağız, nasıl, neyle..." diye söylenmeye, yazmaya başlarlar. 10 Mart 1920'de İstanbul'da, Müttefik Yüksek Komiserler Konseyi toplanır. Bu rezil toplantıda, İstanbul'un resmen işgaline ve Kuvayi Milliye öncülerinin tutuklanmasına karar verilir. Ve 16 Mart Salı günü, İstabul'u fetheden Fatih Sultan Mehmet'e mesaj yollar gibi, küstahça İstanbul işgal edilir. Aslında İstanbul'da vardır yabancı askerler. Ama şimdi her türlü idare "resmi" olarak yabancılara geçer. İstabul'un işgaliyle aslında amaç, o muhteşem kararı veren Meclis-i Mebusan'ı kapatmaktır. 11 Nisan 1920'de Meclis-i Mebusan kapatılır. İşgalin işbirlikçisi Damat Ferid de boş durmamış, efendilerin gözüne daha da girebilmek için derhal Kuvva-i Milliye aleyhinde bildiri yayınlamıştı.   *** 1920'nin 2020'ye öylesine mesajları var ki... Keşke durabilsek üzerlerinde, keşke tarihi "anında" algılayabilsek, öğrenebilsek de 1920 şartlarını, 2020'de birbirimize saldırmasak yine.  İstabul işgal edilmiş, Mebusan Meclisi kapatılmış, Damat Ferit denen işbirlikçi zorbanın gayretiyle yurtsever mebuslara Malta yolu görünmüştür; ama, Mustafa Kemal Paşa'nın öyle adımları vardır ki, geri dönülemez ve ölüm bile döndüremez mahiyettedir. Ankara'dan dünyaya niyet konmuştur artık. Ve niyet neyse akıbet de odur diye hızlanmıştır çalışmalar. Ankara'nın "ne yapmak" istediğini, dünyada hala vicdanı olan insanlara da anlatmak gerekmektedir. Bu amaçla da, 6 Nisan 1920'de kurulan Anadolu Ajansı, 12 Nisan 1920 Pazartesi gününden itibaren, alem-i cihana kurtuluş ve bağımsızlık savaşımız hakkındaki ilk haberlerini yayınlamaya başlar. 2020, Mustafa Kemal kokan Anadolu Ajansı'nın da 100. yılıdır. Şimdiki adı "Anadolu" olan kurumun nasıl yozlaştığını da belki 100 yıl sonra çıkar biri, yazar! 1920'nin Nisan ayı en önemli aydır. 21 Nisan 1920'de Mustafa Kemal Paşa, Millet Meclisi'nin 23 Nisan 1920 Cuma günü açılacağını bildiren  duyuruyu yayımlar. Ve tarihi o apaydınlık Cuma gününe geldiğinde, Ankara'da, Anadolu'nun tam ortasında çok farklı bir güneş doğar. Birbirinden çok farklı Anadolu insanları, Mustafa Kemal Paşa'nın çağrısına uyar, bin bir zorlukla Ankara'ya ulaşır ve Bağımsızlık Savaşı'nın sembolü, merkez üssü, Türk milletinin sesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır. "Hiç bir şey yokken, her şeyin olduğunun" kanıtıdır TBMM. Birbirinden farklı düşünse de, özgürlük, bağımsızlık, Kurtuluş Savaşı'nda olmazsa olmaz olan ülkü birliğinin karşılığıdır TBMM. TBMM'nin şanlı açılışı, emperyalist işgalcilere ve onların şeref yoksunu yerli işbirlikçilerine şamar gibi inmişti. "Yok olacaklar, tarihe karışacaklar, artık bellerini doğrultamazlar" dedikleri Türk ulusu, Mustafa Kemal Paşa diye bir genç generalin önderliğinde özgüvenine kavuşmuş "ben ezelden beri hür yaşadım hür yaşarım, hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım" dizelerine hayat vermişti. Kukla İstanbul hükümeti durur mu? İngiliz efendilerinin emriyle oluşturulan Divan-ı Harp, 11 Mayıs 1920 günü Mustafa Kemal Paşa hakkında idam kararı verdi. Davranışlar, yaklaşımlar sertleşiyordu. Ne işgalciler vazgeçiyordu karanlık emellerinden ne de Ankara inancını yitiriyordu. 18 Temmuz 1920'de Ankara'da Millet Meclisi'nin şerefli yurtsever üyeleri "Misak-ı Milli" andı içtiler. Ve o paçavra antlaşma Sevr. Aslında en başından beri, hatta Çanakkele'ye saldırının yapıldığı tarihte dahi "emperyalist amaç" şimdi bir kağıtta 433 maddeyle, koca milletin idamının infaz emri halindeydi.   *** 10 Ağustos 1920 Salı. Fransa'nın Sevr yerleşiminde, Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Çekoslovakya ile mağlup Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan Anlaşma  hükümleri uyarınca, Anadolu ve Rumeli toprakları düşmanlarca paylaşılmaya başlandı. Osmanlı Devleti tarihe karışıyordu aslında. Eğer Ankara'da "bağımsızlık ateşi" tutuşmamış olsaydı, neler olurdu düşünmüyoruz. 1920'de yok edilmeye çalışılırken, dimdik ayağa kalkan Türk Milleti, 2020'de Sevr'in tarihini bile unuttu. 1920'de olan bitenler, 2020'de dikkate alınır mı, hatırlanır mı bilemem. Ama gönül isterdi ki "her şey apaçık" serilsin ve çocuklarımız bilgiyle donanıp özgüvenleriyle ülkeyi el üzerinde tutsunlar. Devam edelim, 10 Ağustos 1920'de Fransa'da imzalanan Sevr'in "istenildiği" gibi uygulanamaması işgalci sömürgeci efendileri sıkıntıya sokmuştu. 10 Ekim 1920 Pazar günü, İstanbul'daki işgalici Yüksek Komiserler, Vahdettin Sultan'ı ziyaret edip Ankara'ya "sevr'i kabul etmesi için baskı yapmasını" emrettiler. Vahdettin Sultan da, işgalci efendilerin emri üzerine Ankara'ya bir "ikna heyeti" göndermeye karar verdi. 4 Kasım 1920'ye geldiğinde Sadrazam Tevfik Paşa, Anadolu'ya gidecek heyete "Sevr anlaşması hükümlerine uyma zorunluluğu olduğunu, Ankara'nın da Sevr'i kabul etmesi gerektiği" talimatını verdi. Heyet yola çıktı ve 5 Aralık 1920 Pazar günü Bilecik'te Mustafa Kemal Paşa ile görüştüler. Tabii ne Ankara ne Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'dan gelen bu zavallıların dediklerini dikkate aldılar. Sevr denen paçavranın Ankara'da karşılık bulmaması, işgalci efendileri oldukça sarstı. Artık yapacak tek şey, "laftan anlamayan Türkleri ve Mustafa Kemal'i" silahla dize getirmekti. 1920'nin belki de en çarpıcı olayı Sevr Anlaşması'nın, Anadolu tarafından reddiydi. 1921 başından itibaren o eşsiz destan Kurtuluş Savaşı'nın başlamasına yol açtı. İşgalci Efendilerin maşası olan zavallı Yunan Ordusu, Ankara'yı "basmak" adına felaketini de kaderi yapacaktı.   *** Size bir dahaki yazımda İzmir'in 1920'sini ve 2020'ye verdiği mesajları yorumlayacağım. Ama bana inanın, menfaatten, kibirden uzak yurtsever yurttaşlarımın kalplerinden geçeni hissediyorum. 2020 TBMM'nin açılışı, Sevr denen paçavranın imzalanması gibi bir çok birbiriyle bağlantılı olayın 100 yılı. 100 yıl önce nasıl bir mücadele ruhuna sahipsek, 100 yıl sonra bugün de aynı bu ruha ihtiyaç duyuyoruz. Bin yılı aşkın Anadolu hayatımızda edindiğimiz tüm iyi kötü tecrübeleri hatırlayıp günümüze uyarlamaktan başka çıkışımız yok. Bunun için de ihtiyaç duyduğumuz güç ve kudret sadece birliktelik azmimizdir. Bu yolda ne İngiltere'ye, ne Amerika'ya, ne Rusya'ya ne Araplara, ne Katar'a ne de katmayana ihtiyacımız vardır. Yıllardır Atatürk'ün Söylevi okunsun kampanyaları, çağrıları yapılıyor. Ama anlaşılan oku ki, kampanya düzenleyenler bile okumamış. 1920'lerin havasını en iyi yansıtan eser olarak Nutuk'u özellikle okumanızı diliyorum. ***     Bir yazı sonra, size farklı bir bakış açısı hazırlayacağım. İzmir'in tarihindeki bazı "sisli" zamanlar, olaylar, kişiler, mekanlar. Düşmanlıktan asla yana olmam. Irkçılık ve ayrımcılık da asla insani değildir. Ancak "başımız ağrımasın" mantığıyla, romantik saçmalıklarla görmezden geldiğimiz bazı olaylar ve niyetler, inanın 100 yıl sonra da olsa gayretini devam ettiriyor. Yine İzmir'de yine sinsice. Okumaya devam edin.