Prof. Akçığ: Ovada ek-biç, dağlara yerleş, Bayraklı, Mavişehir, Menemen ve Aliağa ovasına yapılaşma olmamalı

Jeofizik mühendisi, deprem uzmanı Prof. Dr. Zafer Akçığ, Türkiye’nin yüzde 90’ının deprem bölgesi olduğunu belirterek, bütün kayalık zeminlerin alüvyon zeminlere göre en az 2-3 kat daha güvenli olduğunu söyledi. Mesela Amerika’da Manhattan’da yüksek katlı yapılar kayaların üstünde. Alüvyonda hiçbir yapılaşma yok. Bayraklı, Mavişehir, Menemen ve Aliağa ovasına yapılaşma yapmamanız lazım. Tarihte ovada hiç yerleşim bulamazsınız. Çünkü onların da başı derde girmiş. Örneğin Fethiye’deki Kayaköy, dağlara, kayalara oyulmuş. İnsanlar dağlarda yaşıyor, ovada da tarım yapıyorlarmış.

  • | Son Güncelleme:
  • | Egeli Gazete
Player yükleniyor...
NAMIK ALKAN-Kahramanmaraş merkezli 11 ilde etkili olan deprem Türkiye’de büyük felakete neden oldu. Depremde 40 binin üzerinde can kaybı yaşanırken 100 binin üzerinde insan da yaralandı. Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Adana, Malatya, Diyarbakır ve Gaziantep’tin ilçe ve köylerinde binlerce bina yerle bir olurken, insanlar da enkaz altında kaldı. Türkiye halkı depremzedelere yardım için seferber olmuş durumda. Öte yandan devletin depreme müdahalede yetersiz kaldığı ve ilk 48 saat kurtarma çalışmalarının başlayamadığı genel kabul görüyor. Dokuz Eylül Üniversitesi Jeofizik Bölümü emekli Öğretim Üyesi ve Deprem Araştırma Merkezi (DAUM) eski Müdürü Prof. Dr. Zafer Akçığ ile son yaşadığımız depremi ve Türkiye’deki deprem gerçeğini konuştuk. ‘TÜRKİYE’NİN YÜZDE 90’I DEPREM BÖLGESİ’ Prof. Dr. Zafer Akçığ, Türkiye’nin yüzde 90’ının deprem bölgesi olduğunu bildirdi. Türkiye’nin yüzde 90’nında koşullara göre deprem beklemenin her zaman mümkün olduğunu belirten Akçığ, Kahramanmaraş depremi hakkında şunları söyledi: “Pazarcık ve Elbistan depremlerinin olduğu lokalin 450-500 yıllık bir periyodu var. Yani orada 450-500 yıllık bir birikim var.  Faylar durduğu yerde enerji biriktirmiyor. Anadolu levhası dediğimiz bir levha var ve bu levha Kuzey Anadolu fayı boyunca her yıl 2-2,5 cm. güney ve güneybatıya doğru hareket ediyor. Kalınlığı 50-55 km.’ye kadar ulaşan bir kütlenin yılda 2-2,5 cm. boyunca sürtünmesini düşünün. Sadece sürtünmek yetmiyor, bu hareketi yapabilmesi için alttan Arap levhası da ittiriyor. O ittirince, Anadolu levhası mecburen bu hareketi karşılayabilmesi için Kuzey Anadolu fayı boyunca 2-2,5 cm. güney ve güneybatıya her yıl gidiyor. Ama nereye kadar? Batıda Yunanistan’ın makaslama zonu çıkıyor karşısına. Bir de Afrika levhası bunun altına dalıyor. Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu fayı boyunca enerji birikirken, bir taraftan da bu hareketi kompanse edebilmek için Ege bölgesi kuzey güney açılıyor, geriliyor. Bütün bu hareketler faylarda bir enerji birikimine neden oluyor. Hareket durmuyor, sürekli. Onun için Türkiye’nin her yerinde özellikle bu bölgelerde deprem bekleyeceksiniz. Bekleyeceğiniz depremlerin fayların uzunluğuna ve kalınlığına bağlı olarak boyutları değişir. Burada bir olay daha var: art arda, sekiz saat ara ile Pazarcık ve Elbistan depremlerinin olması ekstrem bir olaydır ve dünyadaki ilk örneklerden biri olacak.” Depremin sonuçlarının bu kadar ağır olmasında birinci faktörün depremin büyüklüğü olduğunu kaydeden Akçığ, “İkinci temel faktör zeminin özellikleri. Üçüncü faktör ise yapı geliyor. Siz zemini istediğiniz kadar iyi tanıyın, istediğiniz kadar iyi ölçüp biçin ama deprem gelişi güzel bir olay ve bazen sizi yanıltabiliyor. Güncel teknolojide alüvyon zeminlerde bir depremin aşağı yukarı 8 parametresi var. Bu zemine ve üzerine yapılacak binaya etki eden parametreler. Depremin büyüklüğü ne olursa olsun biz bu parametreleri evvelden saptama şansına sahibiz. Jeofizikçiler olarak bizim görevimiz bunları saptamak. Jeologlarda kaya, kum, kil onların analizlerini yapıp daha sonra bir bütün şeklinde bunları mimarlara ve inşaat mühendislerini veriyoruz. Orada da artık inşaat mühendisi ve mimar başına gelecek bir depremde yapı yıkacak 8 parametreye göre binasını dizayn etmek zorunda. Bir de zeminin sıvılaşma özelliği var. Killi, kumlu, alüvyon zeminlerde yer altı su seviyesi önem taşır. Sıvılaşmaya da bir önlem almanız lazım. Zeminin bütün özelliklerini depremden önce ölçüp biçeceksiniz. Bunun adına biz mikro bölgeleme diyoruz. Ada bazında olacak ama parsel bazında değil. Ada bazında bir planlama yapıyorsanız önce zeminin bütün bu özelliklerini belirleyeceksiniz” dedi. ‘ÖNÜMÜZDE AYDINLIK GÜNLER YOK’ Biz de deprem bilincinin olmadığını kaydeden Akçığ, sözlerini şöyle sürdürdü: “Birinci depremde az hasarlı, orta hasarlı binalardan insanlar çıktı. Biz şunları söylüyoruz: Deprem olduktan sonra ilgililer bakana kadar binanıza girmeyin. İkincisi telefon kullanmayın diyoruz. Üçüncüsü yollara araba ile çıkmayın diyoruz. Bu depremde bütün bunların hepsi gerçekleşti ve otoyollar bile kilitlendi. Haberleşme aksadı. Vatandaşın burada yaptığı yanlış, kurtarma ekiplerinin bir can kurtarmasına engel oluyor. Buna hesap etmek lazım. Böyle bir deprem atlattıktan sonra önümüzde aydınlık günler yok. Başlangıçta devlet yardım ediyor, çadır kuruyor filan ama bir düzeniniz olmayacak. Burada herkesin ortak bir sorumluluğu var. Ama bu depremden sonra iki olay var benim üzerinde durduğum: DASK yani deprem sigortası ve yapı denetim firmaları. DASK sigorta sisteminin revize edilmesi lazım. Arabaları nasıl gerçek değeri üzerinden kasko yapıyorsanız bir de bina kaskosu çıkartacaksınız ve zorunlu olacak. Takip edeceksiniz ve yapmayanlar hakkında bir yatırım getireceksiniz. Sorumluluk zincirlemedir. Zemin çalışmasından başlayarak inşaat aşaması bina bitene kadar. Yapı denetim firmalarının iyi bir denetim yapması lazım. Uzaktan denetim ile olmuyor maalesef. Sigorta şirketleri ile yapı denetim şirketleri çok ahenkli ve uyumlu olacaklar. Piyasada olan denetim şirketlerine güvenmiyorlarsa kendi denetim şirketlerini kuracaklar. O zaman çürük bina yapılmaz.” Deprem sonrası bazı nedenlerle müdahalede geç kalınmış olabileceğini de değinen Akçığ, “Depreme hazırlıklısınız ama yeterli olmadığı bu depremde ortaya çıktı. Aksamalar oldu mu oldu. AFAD büyük kuruluş ama AFAD’ın tek başına hepsini yapması zor iş. Mutlaka yerel yönetimlerle sivil toplum kuruluşları ile birlikte çalışmak zorunda. Burada ikinci depremi hesap edemeyebilirsiniz ama siz bir deprem ön hazırlığı yapıyorsanız her türlü kötü olasılığı hesap etmek zorundasınız” dedi. ‘JAPONLAR 7-8 YAŞINDA BAŞLIYOR BU EĞİTİME’ Kendileri için miladın 99 depremi olduğunu kaydeden Akçığ, “Depremden sonra en yetenekli grup askerlerdir. Özellikle istihkâm birlikleridir. En yetenekli gruplar Zonguldak’ın kömür madenlerinde çalışan galeri ustalarıdır. Sivil toplum kuruluşlarının, arama kurtarma gruplarının hepsinin o madenlerde eğitimden geçmesini öneririm. Çok önemli bir şey. Biz normalde ne kadar eğitilirsek eğitilelim bir madenci kadar o inceliği bilemeyiz veya bir istihkâmcı kadar ayrıntıyı bilemeyiz. Burada da bir koordinasyon gerekiyor. Bizim çocuklarımızın deprem hakkında bir bilgisi yok. Japonlar 7-8 yaşında başlıyor bu eğitime. Gençlerimizin ve çocuklarımızın hiçbir eğitimi yok. Dokuzuncu sınıftan belki daha evvel deprem derslerini koymak gerekir. Ama diğer derslerde anlatıldığı gibi tahtada gösteri şeklinde değil, karşılıklı iletişim şeklinde animasyonlarla, oyunlarla verilmeli eğitim. Diğer grup evde hareket kabiliyeti kısıtlı insanlarla yaşayan kadınlar ve bakıcılar. Bunların eğitim ve deneyimleri yok. Bu gruplara da eğitim verilmeli” dedi. ‘TARİHTE OVADA HİÇ YERLEŞİM BULAMAZSINIZ’ İzmir’deki fayların boyunun çok uzun olmadığını ve ortalama 6 büyüklüğünde deprem üretebileceğini savunan Akçığ, sözlerine şöyle devam etti: “4,5 ila 6 arasındaki depremler orta büyüklüktür ve bu depremlerin normal olarak dünya standartlarında hiçbir yeri yıkmaması lazım. Ancak yıkımların 6,5’dan sonra başlaması lazım. Burada ekstremler olabilir, faya çok yakınsınızdır ve fay kırar geçer ama genel yaklaşım budur. Ama biz 5,9 ile yerle bir oluyoruz. Alüvyon zeminler genellikle tehlike arz eden zeminlerdir. İster bizde ister başka yerde. Mesela Amerika’da Manhattan’da yüksek katlı yapılar kayaların üstünde. Alüvyonda hiçbir yapılaşma yok. Bayraklı, Mavişehir, Menemen ve Aliağa ovasına yapılaşma yapmamanız lazım. Yapılaşmayı mümkün olduğu kadar zeminin sağlam olduğu yerlere kaydırmak lazım. İzmir için şanslıyız, her tarafımız dağ.  Tarihsel devletlerinde yaşadığı dönemlerde yerleşim hep dağlarda olmuş. Ovayı ekme ve biçme için kullanmışlar. Ovada hiç yerleşim yapmamışlar. Tarihsel kayıtlara ve verilere baktığımızda bunu görüyoruz.  Ovada ek-biç paranı kazan ve güvenli uyu. 1970 Gediz depremini hatırlayalım. Eski Gediz’in yerleşimi tamamen dağda,  sonradan yeni yerleşim ile ovaya inmişler. 1970’de dağdakilere bir şey olmadı ama ova gitti. O depremde çok ilginç bir şey de var. Depremden 2 gün önce bütün köpekler dağa kaçmış. Burada birazda hayvan davranışlarına geliyoruz. Bu da bir parametre.” Bütün kayalık zeminlerin alüvyon zeminlere göre en az 2-3 kat daha güvenli olduğunu kaydeden Akçığ, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Tarihte ovada hiç yerleşim bulamazsınız. Çünkü onların da başı derde girmiş. Örneğin Fethiye’deki Kayaköy, dağlara, kayalara oyulmuş. İnsanlar dağlarda yaşıyor, ovada da tarım yapıyorlarmış. Dağlara yerleş, ovada ek biç, eğlen, Depremin külfetinin yanı sıra nimeti de var. Deprem olmasaydı,  bu kadar güzel sahillere, bu kadar güzel koylara sahip olabilir miydik? Örneğin bir Pamukkale travertenlerinin dünyada örneği var mı? Bunların hepsi yeraltı hareketlerinin eseri. O zaman biz külfetlerini halletmeye çalışalım, nimetlerinden de bir güzel yararlanıp, bu güzel koylarda denizlere girelim, tekne turları yapalım, eğlenelim.”    

YORUMLAR

Bu habere henüz yorum yapılmamış.İlk yorum yapan sen ol...

Yorum Yap

Bu Alan Boş Bırakılamaz
Bu Alan Boş Bırakılamaz
Yorum Yapma Şartlarını Kabul Etmediniz