Spor mutluluktur, birlikte

Yılın son gününde, Türkiye’de yaklaşık 90 yıldır gelenekselleşmiş Büyük Atatürk Koşusu’ndaydık. Geçen hafta sonu Ankara’da ve pek çok ilimizde aynı koşu gerçekleşti, bu hafta sonu içinde İzmir başta olmak üzere diğer bütün illerimizde Atatürk için koştu atletler. Atatürk “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” derken spor etiğinden bahsetmiştir. Spor ahlakını vurgulamıştır. Etik kavramını genel anlamda ele aldığımızda ahlak, meslek ahlakı diye genelleriz. Hemen aklıma geliverdi: Uluslararası bir yarışmada, bitişe son birkaç metre kala yarışmayı önde götüren yarışmacı, yarışma bitti zannedip durmuştu. Arkasından ikinci olarak gelen diğer sporcu öndekinin bu dalgınlığını, hatasını fark edip onu iterek yarışı tamamlamasını, birinci olarak bitirmesini sağlamıştı. (2 Aralık 2012, İspanya) Yarış sonrasında fırsat varken sen niye bunu değerlendirmedin, birinciliği kapmadın, kazanmasına izin verdin, diye soran gazeteciye anlamlı cevap:  “Kazanmasına izin vermedim, o zaten kazanmıştı.” Gazeteci, “Ama kazanabilirdin.” diye ısrar edince, hepimize tokat gibi bir cevap geliyor bu kez: “Ama zaferimin değeri ne olurdu? O madalyanın onuru ne olurdu? Annem bu konuda ne düşünürdü?” Eğitim şart. Kişilerde sorumluluk bilincinin oluşmasında okullarda verilen eğitim %30, ailedeki %70 etkili.. Daha da vurgulu bir istatistik: Evdeki eğitimde ebeveynlerin etki oranı %20 baba, %80 anne. Bunu ben demiyorum, bilim diyor. *** Her zaman yukarıdaki gibi örnekler yaşanmıyor. Hırslarımıza her alanda kendimizi kaptırdığımız gibi sporda da maalesef böyleyiz. Centilmence yarışmak, sosyalleşmek, mutlu olmak yerine yaşımız küçük olmasına rağmen kendimizi büyük yaş gurubuna kaydettirerek madalya almaya çalışıyoruz. Hiç bir maddi karşılık beklemeden oluşturduğumuz takımlarla yarışmak yerine kürsüye çıkabilmek adına birbirimizi çekiştirip, şikâyet ediyoruz. Annelerimiz buna ne der, diye düşünmüyoruz. Sporda etiği bireysel ele aldığımız gibi kurumsal da, resmi olarak da yaşamalı, yaşatmalıyız. Bireysel centilmenlik kurumsal zarafete evrilmeli. Resmi kurumlar yarışlar düzenlemeli, sporu halka yaymalı, bizler de bunlara katılmalı ve etki alanını genişletmek için elimizden geleni yapmalıyız. Elbette her şeyi devletten beklememeli, taşın altına bizler de elimizi koymalıyız. Kar amacı gütmeyen kulüpler, dernekler, sivil toplum kuruluşları da halk tarafından desteklendiği gibi resmi kurumlardan da destek görmeli, köstek değil. Bir ilin Master Atletler Kulübü böyle bir etkinliğe kalkıştığında TAF’tan maddi-manevi yardım almalı. Alıyor mu? Ne gezer, bir de katılım ücreti, katkı payı, hakem harcırahı talep ediliyor. Sporu tabana yayıyoruz, diyen Spor Bakanımız buna der? Yeni yılın bu ilk iş gününde güzel şeyler yazılmalıydı, güzellikler paylaşılmalı, çoğaltılmalıydı. Hırslarımızdan arınalım ve diyelim ki: Yüzde ısrar etme, doksan da olur. İnsan dediğinde noksan da olur. Bir ben varım deme, elde neler var… Bir sen varsın, yoksan da olur. O zaman sloganımızı haykıralım:  Spor mutluluktur, birlikte! ----------------------------- Namık BUDAK [email protected]