Esenlik

Çocukluğumuzun eski, cızırtılı radyolarından “Gününüz aydın, ocağınız esen olsun köylü kardeş!” selamlamasıyla büyüdük bizler. TDK’ya göre esenlik kelimesi: Esen olma durumu, sağlık afiyet, sıhhat, selamet, hastalık karşıtı…

Sağlık için “en büyük nimettir!”, diyen atalarımıza kulak vermeliyiz. Beden ve ruh sağlığı bir bütün halinde bizim en büyük hazinemizdir. İlerlemiş yaşlarıyla, biz olgun gençler için mental yorgunluk kaçınılmaz. Unutkanlık var. Adı itici, söylenmemeli belki ama bunama başlangıçları bizleri bekliyor. Tabii ki bir nebze önleyebiliriz. Beslenmemize, yiyeceğimize, içeceğimize, uyku düzenimize dikkat etmeliyiz diyor uzmanlar ve ekliyorlar: Zihnimizi sürekli meşgul etmeli, beyin egzersizleri yapmalı, bulmaca/sudoku çözmeli; hiçbir şey yapamıyorsak çarşıdan eve, evden çarşıya farklı yollar kullanarak gidip gelmeliyiz, diyorlar.

Sağlığımız bozulduğunda (dileriz bozulmaz) ya da bozulmaya ilk adım attığında hemen en iyi doktor, en iyi hastaneye arayışlarına giriyoruz. Tüm devlet kurumlarında olduğu gibi sağlıkta da mutlaka bir tanıdığımız, bir yakınımızın bize destek olmasını bekliyor, istiyoruz; zira sağlık hizmetleri artık iyice erişilemez durumda: 14 ay sonraya MR randevusunu verildiğini duydu bu kulaklar. Gerçekten sağlık sistemimiz felç, hatta çökmüş bir durumda diyebiliriz.

Küçücük bir sağlık problemi bizleri endişelendiriyor, evhamın tetiklemesiyle, en iyi doktoru, en iyi hastaneyi aramaya itiyor. Bir uzman doktorun rutin bir operasyonuyla halledilebileceği sağlık problemimiz, can/ölüm korkusuyla daha iyileri, en, en iyileri arayışlara yöneltiyor. Ee n’aparsın… Can tatlı.

Bizim sağlığımızın/esenliğimizin yanı sıra eşimizin dostumuzun, canlarımızın, evlatlarımızın sağlığı da çok önemli elbet… Bir anne-baba olarak onların sağlığı yerinde olsun, bizlerinki önemli değil, diyen fedakâr bir anlayışa sahibiz. (bu durum insanlar için söz konusu değil sadece, hayvanlar âleminde de paralellik var, izlediğimiz belgesellerden biliyoruz.) Aklıma yıllar önce izlediğim bir film geldi: Dikey Limit. Dağcı bir baba, oğlu ve kızı ile birlikte tırmanışta bir ipte asılı kalıyor. Tecrübeli dağcı baba üç kişinin ağırlığını taşımayacağını anladığı ipin kendisini taşıyan ucunu keserek canını feda ediyor, evlatları kurtarıyor. Evlat acısını yaşamaktansa, ölümü tercih ediyor.

Evlat acısı… Bir deyim. Duyarız. Biliriz ya da bildiğimizi sanırız. Kaybettiği yavrusunun mezarını her gün ziyaret etmenin ne demek olduğunu bilemeyiz elbet, bunu yaşayanlar bilir; ya da doğum sonrasında yavrusu için umutla “ağladı” diyerek, sevinen; bebeğinin hayata tutunmaya çalıştığını ifade eden annenin umudunu…

Yalan dünya. Ölüm gerçek, her şey yalan…

Evlatlarımızın sağlığıyla sınanmadığımız bir dünya diliyorum ve esenlikler diyorum tüm dünyaya…

Ne zaman adam oluruz…

Doktorlar için, giderlerse gitsinler diyen yöneticileri seçmekten vazgeçip; “Beni, Türk hekimlerine emanet edin.”, sözüyle onlara güvenini vurgulayan büyük önderimizin yolunu tercih ettiğimiz zaman…

17.04.2023

Namık Budak

[email protected]