Bir iletişim dili, müzik

Besteciden icra edene ve oradan da dinleyiciye ulaşan sesler dizisi, o büyülü tınılar bizi bir yerlerden alıp başka yerlere götürür, yeri geldiğinde ayaklarımızı yerden keser.

Önce notalardan başlamak gerekir. Anlamını bilmediğimiz bir takım şekiller bir araya gelerek iletişime başlıyor, daha doğrusu mesajı iletmeye başlıyor. Bestecinin mesajı, sanatçı tarafından notalar aracılığıyla dinleyiciye ulaşıyor. İletme işi böylelikle bitiyor. Dinleyicide uyandırdığı haz, onun verdiği tepki, eğer canlı bir konser ise, karşı tarafa geçerek iletişim tamamlanmış oluyor. Sanatçı da dinleyici de “iletişimdeki” işteşlik ekinin görevi gereği üzerlerine düşeni yaparak, mesajı birbirlerine alıp veriyorlar. Ne muhteşem atmosfer.

Bu hafta iki konsere katılma fırsatı buldum: Birisi Türk Sanat Müziği Korosu’nun türkü formunda sunduğu eserlerin olduğu bir konser; diğeri de Senfoni Orkestrasının klasik müzik konseri. Ne skala ama, değil mi? Arabamda Radyo Seymen de kayıtlı, TRT 3 de, ha bi’de Radyo 45’lik.

HEY GİDİ GÜNLER HEY...

Olgun bir genç olarak ilk gençliğimizde, üniversite hayatında, iş yaşamında, derken emeklilik boyunca birçok müzik türlerini dinleme fırsatı bulduk, dinliyoruz. Biz yaştakiler elbette eski arabesk müzikleri, o zamanlar pek popüler taverna müziklerini, Türkçe sözlü pop müziklerini, aranjmanları, tebessümle hatırlayacaklardır. Hey gidi günler…

Slow müzikle beni tanıştıran üniversitesi sınıf/sıra/ev arkadaşım sevgili Hürol’u burada anmadan geçemiyorum. Müzik zevkimizde bir değişme oluyor elbet, zamanla. Gençliğimizde dinlediğimiz protest müzikler var bir de. Bu müziklere şiirleriyle alt yapı oluşturan Ahmet Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim’ini fotokopiden okuduğumu kaçak kitap olarak -el altından- edindiğimi, çocuklarıma anlatmakta epey zorlanmıştım.

Yaş biraz ilerleyince sanırım bünye biraz daha sakin bir hayatı ve paralelinde sakin bir müziği tercih ediyor. Klasik müzik rahatlatıyor bu aralar. Babamın da dükkânında radyoda fonda klasik müzik dinlediğini hatırlıyorum, bilinçli mi dinlerdi; yoksa ortamda bir ses olsun diye mi, bilemiyorum.

SANATA YASAK KOYAN ZİHNİYET

Geçen yaz, durup dururken, iptal edilen konserler var, yazmasak olmaz. Yönetenlerin dayatması, ne diyebiliriz. Öyle ya “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur”dan “Tükürürüm ben böyle sanatın içine”ye evrildik, son 20 yılda. Yöneticilerimiz pek haz etmiyor sanattan, müzikten, öyle görünüyor; Ancak sanatla, güzel sanatlarla daha rafine bir ruhun elde edilebileceğini de buraya not edelim. (Ne güzel şarkı, türkü, çiçek, böcek gidiyorduk; bu yazıda bari siyasete girmeseydik, ama olmuyor işte, hayatın kendisi angaje)

Sanat müziği konserinde yaklaşık 25 korist ve 10 kişilik saz heyetinin tek tek yüzlerini inceledim. Bu güzel topluluktan bir kötülük gelmez, tam tersine topluma güzellikler getirir bu insanlar, ha keza Senfoni Orkestrasındaki sanatçılar…

Müzik evrenseldir, evrenselliğe ulaşmak için de yerelden ulusala, oradan da uluslararasına gitmek gerekir. Eurovision yarışmaları da tarihe karıştı, en son 2012’de katıldık. Nerede o “Seninle bir dakika”lar… Dedik ya sevmiyor yöneticilerimiz müziği, tükürüyorlar sanatın içine, ediyorlar mı demek gerekirdi, bilemedim.

Sözün özü: Evrenselliğe ulaşmak artık çok zor.

Yerelden, Bedri Rahmi Eyüpoğlu’yla noktayı koyuyoruz:

Ah bu türküler,

Türkülerimiz,

Ana sütü gibi candan,

Ana sütü gibi temiz.

----------

16.01.2023

Namık Budak

[email protected]