Altıncı kez Efes buluşması

Artık bizler için gelenekselleşti: Baharın ilk belirtilerini görmek üzere bu hafta sonu yine İzmir Selçuk’taydık. Efes Ultra Maratonu’na katılacağız. 6, 12, 27, 42, 61 ve 120 km.lik parkurlarda yaklaşık 4.000 sporcu yarışacak. Biz 27 km.lik parkuru tercih ediyoruz.

Geçmiş yıllarda yarıştan bir gün önce gidip yarışıyorken bu yıl planda bir değişiklik yaptık: Yarış günü sabah erkenden orada hazırız. Yarıştan sonra bir akşam dinlenip konakladıktan sonra tekrar geri döneceğiz.

Gece yol aldığımız için İzmir’den Selçuk’a doğru etrafımızı çok gözlemleyemedik. Sabah erkenden vardığımız bu şirin ilçemizde koşu kitlerimizi, göğüs numaralarımızı alıp yarışa hazır bekliyoruz. Önümüzde hafif zorca bir parkur bizi bekliyor. Hedefim parkuru 3 saatin altında bitirebilmek.

Start veriliyor, bende nabız biraz yüksek, biliyorum biraz böyle sürecek, yavaş yavaş Rıdvan’la birlikte yol alıyoruz, onun temposunda. Ağaçların arasından, şeftali bahçelerinin kenarlarından ilerliyoruz. Baharın ilk işaretlerini görüyoruz, pembeleşmiş ağaçlardan. Birkaç kilometre böyle gideriz, diyorum, arkadaşım yavaşlıyor, benim nabız da düştü. Artık hızlanıyorum, tempo zamanı.

Yalnız başınayım. Efes Antik Kent'in üst tarafından patika yoldan ilerliyoruz. İşte etrafımızı gözlemleme fırsatı… Açık bir hava, bahar tüm güzelliği, deli yeşilliğiyle her tarafımızda… Batıya, Pamucak sahiline yöneliyoruz, oraya varmadan kuzeye dik bir yamaca vuruyoruz. Zorlu bir yol… Kâh bizi geçenler, kâh bizim geçtiklerimiz, ilerliyoruz. Birazdan bahar için yoklama alınacak. Biraz daha bekleyelim, gecikenler var galiba. Çiçekleri tek tek belleğime topluyorum.

İlk su istasyonundan su içmeden geçiyoruz; ama beslenme istasyonunda biraz enerji içeceği ve iki Züber takviyemi yapıyorum. İlerliyoruz… Asfalt yol bir kilometre kadar; ancak çok dik, koşmak ne mümkün, herkes gibi yürüyerek çıkıyoruz. Yokuş bitiyor ve bu kez güney doğuya doğru hoş, güzel bir patika bizi bekliyor. Birkaç kilometre kadar burada ilerledikten, yolun yaklaşık üçte ikisi bittikten sonra yokuş aşağıya çok sert bir iniş bekliyor bizleri. Geçen sene burada iki tırnağımı kaybettim. Bu yıl tecrübeliyim: Ayakkabımı değiştirdim, bağcıkları çok sıkı tutarak parmaklara yükün binmesini engelledim, başarıyla indim.

İşte bahar yoklaması:

-Sarı papatyalar?

-Burada!

-Beyazlar?

-Burada!

-Yaban laleleri?

-Burada. Hem de kan kırmızı renkleriyle.

-Çıtkırıldım çiğdemler?

-Burada!

Ama ballıbabaları göremiyorum. Ya gelincikler? (bizim buralarda pupuriga derler)

Onlar henüz gelmemiş. O vakit, bahar dersimize eksikliklerle başlayacağız.

Böylece meyve ağaçlarının kırmızılı, pembeli, beyazlı çiçeklerı içerisinden, bahçelerden geçerek kuzeye ilerleyip tarlalara dalıyoruz. İlçe stadını sağımıza alıyoruz, birkaç kilometre daha ve Selçuk Kalesi. Bitiş istikametine doğru yolda İstanbul’dan gelen bir kardeşimizle yaptığımız kısa bir sohbetin konusu İstanbul’daki kiraların yüksekliği.

Son yokuşu biraz zorlanarak çıksak da aşağı doğru finişe yardırarak varıyoruz. Bitirme hedefimizi 1 dakika farkla tutturuyoruz. Sağlıkla bitirmek ne güzel!

Yarış bitiyor, sırada Selçuk köylü pazarından her sene aldığımız otlar var. Şevketibostan favorimiz, yetiştirme değil doğalını tercih ediyoruz, geçen yıla göre fiyatlar artmış. Cibez, ebegümeci ve olmazsa olmazımız arapsaçı… Bunları bagajımıza doldurup rotamızı Kuşadası’nda arkadaşımızın oteline çeviriyoruz.

Çok acıktık çok… Gün batımında güzel bir akşam yemeği, iki tekle duble arası ve sabaha kadar çılgınca uyku, dinlenme sonrasında tekrar yola koyup sıcak yuvalarımıza hareket.

Altıncısını koştuğumuz bu maratondan cebimizde güzel anılar ve baharın işaret fişekleriyle dönüyoruz.

Ne zaman adam oluruz…

Malın mülkün bir yere kadar olduğunu; sağlığın, satın alınamayacağından dolayı spor yapılmasının gerekli olduğunu öğrendiğimiz zaman.

------------

20.03.2023

Namık BUDAK

[email protected]